Neye benzediği
bilinmeyen kadınlar vardır, bir de çok çirkin olan erkekler. Bunu düşünmek bana
derin nefesler aldırıyor. Bana derin nefesler aldıran hatıralar, bu cümleyle
biraz olsun özetleniyor. Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır. Ve bu kadınların
biriyle, bir anıya sahip olmak, bunu hatırlamak bile beni heyecanlandırıyor.
Şehrimiz tarihin
gördüğü, en kaotik şehirlerden biridir. Çok insan vardır, çokta insansı
varlık vardır. Yan yana yaşarız ama birbirimize çok yabancıyızdır. Bu şehrin
insanları olarak; her birey, potansiyel bir ruh hastasıdır. Bu şehrin
keşmekeşidir. Her şey, her yerdedir. Etlerimiz, kemiklerimiz ve kırmızı
dudaklarımız çok gereksiz kullanılmıştır. Bu israfa girer. Ancak yalnızlığımız,
her gün büyümekte, ve bizi onarılması
mümkün olmayan hasarlar ile baş başa bırakmaktadır. Bu da biraz
cimriliğe dâhildir.
Daha sonra şehrimiz,
herkesindir. Ama biraz da hiç kimsenin değildir. Herkese benzer, ama herkese
yabancıdır. Bir yanda film gibi ıslanmış caddelerde, topukları kalbe darbe
vuran, alımlı, dokunulması pek mümkün olmayan kadınları vardır. Onlar sanki
insan değildir, gecenin karanlığında, ıssız bir köşede açılan bira kapaklarıyla
başlayan, hararetli sohbetlerimizin, yegane tartışma konusu onlardır. ‘’Geçen çalıştığım yere bir karı geldi, ilik
gibiydi şerefsizim’’ gibi cümlelerle onların müstehcen yaşantıları ile ilgili
tahiminlerde bulunulur. Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır.
Yalnızlık ile
kadınsızlık arasında ne benzerlikler vardır? Bir erkek, bir kadın tarafından
sevilmiyorsa yalnızdır belki. Çok hastaydım, yalnızdım ben de. Belki birkaç
sıcak ve kırmızı öpücükle iyileşebilirdim. Ama çok uzak kokan kadınlar
tarafından öpülseydim. Yani o kalem etekli, sosyetik kadınlar tarafından. Ya da hani akşam haberlerini
sunan kadın gibi, bir kadın tarafından. Onun zengin kokusunda, kendimi
kazansaydım.
Peki bizim gibi,
inşaatlarda ve konfeksiyonlar da çalışan, dünyadan bihaber olup, üç kuruşu zor
kazanan insanlar, o uzak ve yabancı
kadınları bir gece öpebilir mi? O zengin
ve güzel kız, fakir ve çirkin bir erkeğe hiç aşık omaz mı? Filmler de olur
evet. Ama orada çirkin erkek genelde yakışıklıdır. Neye benzediği bilinmez bir
kadına, bu hoyrat ellerin dokunma ihtimali var mıdır? Vardır her şey paraysa.
Ya her şey para değilse?
Bir gece yarısı, kara
bir iştah ile, telefonla aranan, pişmanlık kazağını örmeye devam eden bir
orospu. Tüm kötü kelimeleri, yüzünde tutan bir orospu.
Işıldayan dünyanın,
parıltısından nemalanamayan bir yalnızlık. Bir gece ansızın tutuşan, bir
birliktelikten çok, kolların katı bir cisme dokunma arzusu, kulakların güzel
sözleri özlemesi, güzel bir kokunun duyumsanması, içinden kan geçen damarları
düşünmek.
II.
Konfeksiyon çıkışı,
biraz param varsa gider iki bira çekerim. Özel bir mekânım yoktur. Gittiğim mekânları
unuturum daha sonra. Ararım bulamam. Ama ışığı bozuk, keskin sidik kokulu tuvaletlerinden
hatırlarım onları. İçine izmarit atılmış, sararmış pisuvarlarından tanırım.
Buraya daha önce gelmiştim, derim. Sonra oradan çıkınca hepsini unuturum
yeniden, ayılırım. Rüzgar yalar yüzümü, kendime gelirim. Kendime gelemediğim
bir gün olursa eğer… Oldu da. Elime
geçen bir orospu numarasını aramakla başlayan, bir gece günahına bulaşırım,
bulaştım da. Bilerek ama bilmeyerek
bulaşılır bu günahlara.
Neye benzediği
bilinmeyen kadınlar vardır. Ama orospular bir şeye benzer hep. Gecenin
yarılandığı zamanlarda onlar huzursuzluk verir hep. Oysa, zevkimi birinin
kasıklarında bırakıp, ceketimi giyip, karanlıkta evime doğru sallanarak gitmek
istemiyordum. Yalnızca istediğim, ağzı sarımsak kokmayan, beni sevecek, seviyor
gibi yapacak bir kadının içini sevgiyle boyamaktı.
Bunu, ağzından
çıkardığı sakızla, bıyıklarını yolan karıcığımla yapamıyordum. İçimi
kulaklarına dökeceğim bir sevgilim yoktu. Sâhi nasıl inandım o gece, bir
orospunun, yalandan olsa bile, beni sevebilme ihtimaline. Sâhi nasıl inandım,
en inanılması zor şeylere? Eğer sevgi, görünmeyen ve hafif bir şeyse,
sevilmemek öyle değil, gayet katı ve ağır bir şey, taşıdım. Sevilmedim, nasıl bir şey bilmiyorum. Hiç sevilmedim.
Belki bir orospunun ıslak ağzından, boynuma düşen sesi ile, biraz olsun, benim
için yaratılmış bir hissin varlığını tadarım diye. Bilmeden, isteyerek yaptım.
Merdivenleri nasıl
çıktım? Kapıyı ne zaman çaldım? Bana kapıyı kim açtı? İçeriye ne zaman girdim?
Ne zaman soyundum ben? Bir ara birisi bana bekle dedi. Ne zamandır bekliyorum?
İçeri girenin yüzü bile görünmezken, onu nasıl sevebilirim? Emir kipiyle
verilen komutları, çâresiz yerine getirdim. Oysa böyle hâyal etmemiştim.
Düşündüğümden ucuzmuş. Ağzından öpemezmişim. Dili belki bir akrebin kuyruğudur.
Ya da öpülmeye değmeyecek olan, benim ağzım mıdır? Sana sarılamaz mıyım? Ne
salak adam mıyım? Karıma da hiç sarılmadım. Kime sarılacağım öyleyse ben. Bu
kollarımı ne yapayım ki? Önümde uzanıp, bacaklarını tavana uzatıyorsun. Kokun,
bataklıkları andırıyor. Acaba kimin kardeşisin, orospu hanım? Acaba baban
nerede? Belki öldü. Kafatasının içine çoktan toprak doldu babanın. Seni dizinde
okşarken, bir doktor olacağını düşündü o hep. Benim gibi ağzı ucuz bira kokan,
insan artıklarının eline düşeceğini biliyor muydu? Ne kadar acımasızsın dünya.
İçinde hiç güzel bir şey yok. Tüm bunlardan banane mi? Beni sevmiyor musun? Sen
de mi beni sevmiyorsun? Sorun yok, beni kimler sevmedi. Hemen mi bitirmeliyim
işimi? Şuralarına dokunamaz mıyım? Sormama gerek yok mu? Belki izin alınca ve
sen yalandan izin vermeyince, ve ben ısrar edip, sen yalandan onay verdiğinde,
ben oralarına dokununca, daha zevkli olmaz mıydı? Başımı karnına koyamaz mıyım?
Tamam kızma, susuyorum. Gözlerimi
kapatıyorum. Ve gözümün önüne, çok uzak kadınlar geliyor, neye benzediği
bilinmeyen kadınlar geliyor. Plaza kadınları. Kalem etekli kadınlar. Spiker
kadınlar geliyor, sokakta ne zaman gördüğümü hatırlamadığım, bilincimde olduğuna
şaşırdığım kadınlar geliyor. Senin varlığınla, onların yok oluşuna bırakıyorum
sıkışan sevgimi. Beni neden anlamıyorsunuz? Şimdi hiç bilmediğim bir şarkıyı
özlüyorum.
Dışarı çıkanın yüzü
bile gözükmezken, ona nasıl ‘’harikaydın hayatım’’ diyebilirdim. Ben kimseye
harikaydın hayatım, demedim. Kimsede bana ‘’harikaydın hayatım’’ demedi.
Zenginler birbirine ‘’harikaydın hayatım’’ diyordur kesin.
III.
Bir köşeyi dön. Saat gece ikiyi geçerse, neye
benzediği belli olmayan bir kadını görebilirsin. Kadın ağlar, ve göz yaşları
yüzünde ki boyaya karışıp, bu kadının yüzünde bir tablo yapabilir. Bu kadın
neye benzediği belli olmayan kadınlardan biridir.
Dört dakikayı geçen bir sürede, orgazmı
yaşamış, sarı dişli bir köpeğin, zincirini sürüyerek o güzel kadının yanına
gitme özgüvenini, kendinde bulmasına neden olan şey nedir? Bu kadına muhtaç
olmamasıdır belki. Ucuz ete doymuş uvuzları ile gider onun yanına. Üzerinde bir orospunun kokusu vardır hâlâ.
Sigara paketine zulalanmış cigarasını ateşe verir, alınan derin bir nefes, işte
her şey böyle olmalı. Neden her zaman her şey böyle olmaz?
Kadın bir şeye
benzemiyor, ama andırdığı şeyler olabiliyor. Mesela mavi denilince deniz
deniyorsa bile, mavi deniz değildir ya işte. Yüzü titreyen bir gölün yüzeyi ve
baldırana kadar açılmış eteği, güzelleştiriyor sıradan bir köşeyi.
Unuttum bana öğretilen
her şeyi. Yeniden öğrenmem gerekti çünkü. O benim kim olduğumu bilmiyorsa,
neden utanacaktım? Kendim hakkımda ne düşündüğümü bilmiyorsa, utanılacak bir
şey yok demektir. Ya görüntüm? O da pek iyi görünmüyor ama.
-Keşke ben de
ağlayabilsem.
Ses tonunu ne kadar
merak ediyordum. Çok sürmedi bu bekleyiş.
-Siz erkekler orospu çocuğusunuz,
keşke ben de erkek olsam.
Onunla konuşuyordum
sanırım. Ama hiçbir heyecan hissetmiyordum. Dudaklarımda, bir orospunun tuzu
kalmış, yutkunuyordum.
-Kadın olduğun için,
seni en kutsal şey olarak görüyorum, biliyor musun? Dedim.
-Beni öpmek ister
miydin? Dedi. Sarhoştu. Çok sarhoştu.
-Seni öpmek istemezdim,
dedim. Bunu diyen ben değildim belki. Onu öpmek isterdim ama onu öpmektense,
onu öpmeyi red etmek daha zevkli geldi sadece.
-O da beni öpmek
istemedi. Çok mu çirkinim ben, lanet olsun.
-Hayır, çok güzelsin.
Ama okyanus kokan nefesinin ve o güzel vücudunun ardına saklanmış insanı daha
çok merak ediyorum.
-Kaldı mı böylesi ha?
Dedi sızlayarak.
-Tek ben kaldım, dedim
gülerek. Bu onun ilgisini çekmek için kurduğum birkaç cümleydi. Ama ben de
kalmamıştım. Onu istemeyen dilimdi.
-Ne garip, dedi.
İnsanız ama insandan önce, ya kadınız, ya da erkek. Bence insan diye bir şey
yok. Erkek insan var, kadın insan var. Bizler çok farklıyız.
-Kadın oluşunu bir
kenara bırakıyorum, dedim. Sen bir insansın. Ve ben de erkek değilim. Sadece
insanım. Böyle düşün.
-Gitmem lazım, dedi.
Ayağa kalktı ve duraksadı.
-Hoşça kal, dedim.
Onunla konuşabilmek bile zevkti. Telefonu çıkardı bir numara aradı.
-Buraya taksi
çağırsana, dedi. Ağzı çiceklerle süslenmiş balkonlara benziyordu.
Çağırdım. Bir sarı
taksi, sokağa çizerek geldi. Konuştuğum en güzel kadın, kalçaların gözüme
bakıyordu.
Nereden bilebilirdim,
denizin yüzüne benzeyen sesinin ‘’ sen de gel’’ diyeceğini. Biraz sonra, o göğü
delmeyen cüret eden gökdelene doğru gidiyorduk. Neye benzediği belli olmayan
bir kadınla. Kıyamete doğru gidiyorduk.
Evine girdik, ve
ağladık. Biraz önce bir orospunun yanında olduğumu ve karımın çok çirkin biri
olduğunu anlattım. resimlerine baktı hak verdi. Ve bana sen de o kadar güzel
değilsin ki dedi. Sonra benimle olurken, kendini sokakta terk eden adamın adını
sayıkladı.
IV.
Gecenin karanlığında,
ıssız bir köşede açılan bira kapaklarıyla başlayan, hararetli sohbetlerimizin
birinde tüm olanları anlattığımda kimse bana inanmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder