7.4.18

Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır


I.
Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır, bir de çok çirkin olan erkekler. Bunu düşünmek bana derin nefesler aldırıyor. Bana derin nefesler aldıran hatıralar, bu cümleyle biraz olsun özetleniyor. Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır. Ve bu kadınların biriyle, bir anıya sahip olmak, bunu hatırlamak bile beni heyecanlandırıyor.
Şehrimiz  tarihin gördüğü, en kaotik şehirlerden biridir. Çok insan vardır, çokta insansı varlık vardır. Yan yana yaşarız ama birbirimize çok yabancıyızdır. Bu şehrin insanları olarak;  her birey,  potansiyel bir ruh hastasıdır. Bu şehrin keşmekeşidir. Her şey, her yerdedir. Etlerimiz, kemiklerimiz ve kırmızı dudaklarımız çok gereksiz kullanılmıştır. Bu israfa girer. Ancak yalnızlığımız, her gün büyümekte, ve bizi  onarılması  mümkün olmayan hasarlar ile baş başa bırakmaktadır. Bu da biraz cimriliğe dâhildir.
Daha sonra şehrimiz, herkesindir. Ama biraz da hiç kimsenin değildir. Herkese benzer, ama herkese yabancıdır. Bir yanda film gibi ıslanmış caddelerde, topukları kalbe darbe vuran, alımlı, dokunulması pek mümkün olmayan kadınları vardır. Onlar sanki insan değildir, gecenin karanlığında, ıssız bir köşede açılan bira kapaklarıyla başlayan, hararetli sohbetlerimizin, yegane tartışma konusu onlardır.  ‘’Geçen çalıştığım yere bir karı geldi, ilik gibiydi şerefsizim’’ gibi cümlelerle onların müstehcen yaşantıları ile ilgili tahiminlerde bulunulur. Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır.
Yalnızlık ile kadınsızlık arasında ne benzerlikler vardır? Bir erkek, bir kadın tarafından sevilmiyorsa yalnızdır belki. Çok hastaydım, yalnızdım ben de. Belki birkaç sıcak ve kırmızı öpücükle iyileşebilirdim. Ama çok uzak kokan kadınlar tarafından öpülseydim. Yani o kalem etekli, sosyetik  kadınlar tarafından. Ya da hani akşam haberlerini sunan kadın gibi, bir kadın tarafından. Onun zengin kokusunda, kendimi kazansaydım.
Peki bizim gibi, inşaatlarda ve konfeksiyonlar da çalışan, dünyadan bihaber olup, üç kuruşu zor kazanan insanlar, o uzak ve  yabancı kadınları bir gece öpebilir mi?  O zengin ve güzel kız, fakir ve çirkin bir erkeğe hiç aşık omaz mı? Filmler de olur evet. Ama orada çirkin erkek genelde yakışıklıdır. Neye benzediği bilinmez bir kadına, bu hoyrat ellerin dokunma ihtimali var mıdır? Vardır her şey paraysa. Ya her şey para değilse?
Bir gece yarısı, kara bir iştah ile, telefonla aranan, pişmanlık kazağını örmeye devam eden bir orospu. Tüm kötü kelimeleri, yüzünde tutan bir orospu.  
Işıldayan dünyanın, parıltısından nemalanamayan bir yalnızlık. Bir gece ansızın tutuşan, bir birliktelikten çok, kolların katı bir cisme dokunma arzusu, kulakların güzel sözleri özlemesi, güzel bir kokunun duyumsanması, içinden kan geçen damarları düşünmek.
II.
Konfeksiyon çıkışı, biraz param varsa gider iki bira çekerim. Özel bir mekânım yoktur. Gittiğim mekânları unuturum daha sonra. Ararım bulamam. Ama ışığı bozuk, keskin sidik kokulu tuvaletlerinden hatırlarım onları. İçine izmarit atılmış, sararmış pisuvarlarından tanırım. Buraya daha önce gelmiştim, derim. Sonra oradan çıkınca hepsini unuturum yeniden, ayılırım. Rüzgar yalar yüzümü, kendime gelirim. Kendime gelemediğim bir gün olursa eğer… Oldu da.  Elime geçen bir orospu numarasını aramakla başlayan, bir gece günahına bulaşırım, bulaştım da.  Bilerek ama bilmeyerek bulaşılır bu günahlara.  
Neye benzediği bilinmeyen kadınlar vardır. Ama orospular bir şeye benzer hep. Gecenin yarılandığı zamanlarda onlar huzursuzluk verir hep. Oysa, zevkimi birinin kasıklarında bırakıp, ceketimi giyip, karanlıkta evime doğru sallanarak gitmek istemiyordum. Yalnızca istediğim, ağzı sarımsak kokmayan, beni sevecek, seviyor gibi yapacak bir kadının içini sevgiyle boyamaktı.
Bunu, ağzından çıkardığı sakızla, bıyıklarını yolan karıcığımla yapamıyordum. İçimi kulaklarına dökeceğim bir sevgilim yoktu. Sâhi nasıl inandım o gece, bir orospunun, yalandan olsa bile, beni sevebilme ihtimaline. Sâhi nasıl inandım, en inanılması zor şeylere? Eğer sevgi, görünmeyen ve hafif bir şeyse, sevilmemek öyle değil, gayet katı ve ağır bir şey, taşıdım. Sevilmedim,  nasıl bir şey bilmiyorum. Hiç sevilmedim. Belki bir orospunun ıslak ağzından, boynuma düşen sesi ile, biraz olsun, benim için yaratılmış bir hissin varlığını tadarım diye. Bilmeden, isteyerek yaptım.
Merdivenleri nasıl çıktım? Kapıyı ne zaman çaldım? Bana kapıyı kim açtı? İçeriye ne zaman girdim? Ne zaman soyundum ben? Bir ara birisi bana bekle dedi. Ne zamandır bekliyorum? İçeri girenin yüzü bile görünmezken, onu nasıl sevebilirim? Emir kipiyle verilen komutları, çâresiz yerine getirdim. Oysa böyle hâyal etmemiştim. Düşündüğümden ucuzmuş. Ağzından öpemezmişim. Dili belki bir akrebin kuyruğudur. Ya da öpülmeye değmeyecek olan, benim ağzım mıdır? Sana sarılamaz mıyım? Ne salak adam mıyım? Karıma da hiç sarılmadım. Kime sarılacağım öyleyse ben. Bu kollarımı ne yapayım ki? Önümde uzanıp, bacaklarını tavana uzatıyorsun. Kokun, bataklıkları andırıyor. Acaba kimin kardeşisin, orospu hanım? Acaba baban nerede? Belki öldü. Kafatasının içine çoktan toprak doldu babanın. Seni dizinde okşarken, bir doktor olacağını düşündü o hep. Benim gibi ağzı ucuz bira kokan, insan artıklarının eline düşeceğini biliyor muydu? Ne kadar acımasızsın dünya. İçinde hiç güzel bir şey yok. Tüm bunlardan banane mi? Beni sevmiyor musun? Sen de mi beni sevmiyorsun? Sorun yok, beni kimler sevmedi. Hemen mi bitirmeliyim işimi? Şuralarına dokunamaz mıyım? Sormama gerek yok mu? Belki izin alınca ve sen yalandan izin vermeyince, ve ben ısrar edip, sen yalandan onay verdiğinde, ben oralarına dokununca, daha zevkli olmaz mıydı? Başımı karnına koyamaz mıyım?  Tamam kızma, susuyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Ve gözümün önüne, çok uzak kadınlar geliyor, neye benzediği bilinmeyen kadınlar geliyor. Plaza kadınları. Kalem etekli kadınlar. Spiker kadınlar geliyor, sokakta ne zaman gördüğümü hatırlamadığım, bilincimde olduğuna şaşırdığım kadınlar geliyor. Senin varlığınla, onların yok oluşuna bırakıyorum sıkışan sevgimi. Beni neden anlamıyorsunuz? Şimdi hiç bilmediğim bir şarkıyı özlüyorum.
Dışarı çıkanın yüzü bile gözükmezken, ona nasıl ‘’harikaydın hayatım’’ diyebilirdim. Ben kimseye harikaydın hayatım, demedim. Kimsede bana ‘’harikaydın hayatım’’ demedi. Zenginler birbirine ‘’harikaydın hayatım’’ diyordur kesin.
III.
 Bir köşeyi dön. Saat gece ikiyi geçerse, neye benzediği belli olmayan bir kadını görebilirsin. Kadın ağlar, ve göz yaşları yüzünde ki boyaya karışıp, bu kadının yüzünde bir tablo yapabilir. Bu kadın neye benzediği belli olmayan kadınlardan biridir.
 Dört dakikayı geçen bir sürede, orgazmı yaşamış, sarı dişli bir köpeğin, zincirini sürüyerek o güzel kadının yanına gitme özgüvenini, kendinde bulmasına neden olan şey nedir? Bu kadına muhtaç olmamasıdır belki. Ucuz ete doymuş uvuzları ile gider onun yanına.  Üzerinde bir orospunun kokusu vardır hâlâ. Sigara paketine zulalanmış cigarasını ateşe verir, alınan derin bir nefes, işte her şey böyle olmalı. Neden her zaman her şey böyle olmaz?
Kadın bir şeye benzemiyor, ama andırdığı şeyler olabiliyor. Mesela mavi denilince deniz deniyorsa bile, mavi deniz değildir ya işte. Yüzü titreyen bir gölün yüzeyi ve baldırana kadar açılmış eteği, güzelleştiriyor sıradan bir köşeyi.
Unuttum bana öğretilen her şeyi. Yeniden öğrenmem gerekti çünkü. O benim kim olduğumu bilmiyorsa, neden utanacaktım? Kendim hakkımda ne düşündüğümü bilmiyorsa, utanılacak bir şey yok demektir. Ya görüntüm? O da pek iyi görünmüyor ama.
-Keşke ben de ağlayabilsem.
Ses tonunu ne kadar merak ediyordum. Çok sürmedi bu bekleyiş.
-Siz erkekler orospu çocuğusunuz, keşke ben de erkek olsam.
Onunla konuşuyordum sanırım. Ama hiçbir heyecan hissetmiyordum. Dudaklarımda, bir orospunun tuzu kalmış, yutkunuyordum.
-Kadın olduğun için, seni en kutsal şey olarak görüyorum, biliyor musun? Dedim.
-Beni öpmek ister miydin?  Dedi. Sarhoştu. Çok sarhoştu.
-Seni öpmek istemezdim, dedim. Bunu diyen ben değildim belki. Onu öpmek isterdim ama onu öpmektense, onu öpmeyi red etmek daha zevkli geldi sadece.
-O da beni öpmek istemedi. Çok mu çirkinim ben, lanet olsun.
-Hayır, çok güzelsin. Ama okyanus kokan nefesinin ve o güzel vücudunun ardına saklanmış insanı daha çok merak ediyorum.
-Kaldı mı böylesi ha? Dedi sızlayarak.
-Tek ben kaldım, dedim gülerek. Bu onun ilgisini çekmek için kurduğum birkaç cümleydi. Ama ben de kalmamıştım. Onu istemeyen dilimdi.
-Ne garip, dedi. İnsanız ama insandan önce, ya kadınız, ya da erkek. Bence insan diye bir şey yok. Erkek insan var, kadın insan var. Bizler çok farklıyız.
-Kadın oluşunu bir kenara bırakıyorum, dedim. Sen bir insansın. Ve ben de erkek değilim. Sadece insanım. Böyle düşün.
-Gitmem lazım, dedi. Ayağa kalktı ve duraksadı.
-Hoşça kal, dedim. Onunla konuşabilmek bile zevkti. Telefonu çıkardı bir numara aradı.
-Buraya taksi çağırsana, dedi. Ağzı çiceklerle süslenmiş balkonlara benziyordu.
Çağırdım. Bir sarı taksi, sokağa çizerek geldi. Konuştuğum en güzel kadın, kalçaların gözüme bakıyordu.
Nereden bilebilirdim, denizin yüzüne benzeyen sesinin ‘’ sen de gel’’ diyeceğini. Biraz sonra, o göğü delmeyen cüret eden gökdelene doğru gidiyorduk. Neye benzediği belli olmayan bir kadınla. Kıyamete doğru gidiyorduk.
Evine girdik, ve ağladık. Biraz önce bir orospunun yanında olduğumu ve karımın çok çirkin biri olduğunu anlattım. resimlerine baktı hak verdi. Ve bana sen de o kadar güzel değilsin ki dedi. Sonra benimle olurken, kendini sokakta terk eden adamın adını sayıkladı.
IV.
Gecenin karanlığında, ıssız bir köşede açılan bira kapaklarıyla başlayan, hararetli sohbetlerimizin birinde tüm olanları anlattığımda kimse bana inanmadı.


Hiç yorum yok: