Yağmur yağıyor. İnsana bir duygu vermeyen bir
yağmur. Sadece üşüyorsun. Mutsuzluğun bile donuyor.
Aylardan aralık. Salep içiyoruz. Ethem abinin
köpeği öldü. Silivriye kadar gittik gömmek için. Köpeğin adı ‘azorka’ idi. Ethem abi bir
kitaptan bulmuş bu ismi. Bir köpeğini
sever, bir de kitaplarını sever Ethem abi. Ama artık Azorka yok. Ethem abi buna
anlam veremedi henüz. Durgun. Masada
birkaç kişi daha var, yüzlerinden bir mimik olmaksızın etrafa bakınıyorlar.
Kafamız hafif kıyak. Mezar başında, vodka çekilmiş.
İrfan, sessizlikten sıkılıyor sonunda,
‘’ Güzel köpekti, gerçekten güzel köpekti.’’ diyor. Kimseden bir yanıt gelmiyor. Yağmur hızlanıyor,
otobüsler yorgunca geçip gidiyor izlediğimiz caddeden. Bir çocuk acı acı
ağlıyor uzaklarda bir yerde. Sonra sesler bir uğultu olarak kulağımızda eriyor.
Ethem abi bir noktaya kitlenmiş bakıyor. Karşı masada bir kız Dostoyevksi’nin – Ezilenler kitabını okuyor.
Ethem abi birden diyor ki,
‘’Ulan bir şey neden olur mesela?’’
Hiç kimse, içten içe anlamsız görünen ama felsefik
bir anlam barındıran bu cümleye bir cevap veremiyor. Antik yunan zamanında yaşasaydı
bu cümle etkili olabilirdi. Yahut daha
elit bir arkadaş çevresi olsaydı, masada hegel, cioran, ve daha başka isimlerin
kitapları hakkında konuşulmaya başlanmış olurdu. Ama ethem abi Avcılarda
yaşıyor. Ve masadaki arkadaşlarından biri, mezarları açıp, ölülerin
pilatinlerini çalıyor. Batık hikmet elinde kalem, yine hesap kitap yapıyor. Diğerleri
sahleplerin parasını kim ödeyecek, büyük ihtimal bunu düşünüyor. Ben ise
ellerimi kokluyorum. Yıkadım yıkadım, acaba ellerim ölü köpek mi kokuyor?
‘’Oğlum!’’ diyor. Abuk bir gülüş oluşuyor yüzünde. ‘’Bu
tesadüf mü, tevaffuk mu, ne lan bu?’’ diye ünlüyor.
Masada ‘’ne tavuğu lan, tavuk nereden çıktı?’’ gibi
sesler yükseliyor.
Ethem abinin, bu acıya daha fazla dayanamayıp,
delirdiğini düşünüyoruz sonra. Bir açıklama yapması gerektiğini, yani bizim
seviyemize inip, yaşadığı her neyse, bize anlatmasını bekliyoruz.
‘’Benim köpeğin adı neydi?’’
Hep bir ağızdan,
‘’Azorka idi.’’
‘’Ben o ismi nereden buldum?’’
‘’Nereden buldun?’’ diyoruz.
‘’Bir kitaptan buldum ya ulan!’’
Bakıyoruz yüzüne boş boş.
‘’İşte o kitap karşıda ki kızın elinde.’’
Hepimiz dönüp kızcağıza bakıyoruz. Sarıca bir kız. Gözlerinin
çevresi hafif karanlık. Yüzü soğuk görünüyor. Güzel bir yüze sahip olduğunun
farkında değilmişcesine bize bakıyor. Çalıların arasından hızımızı arttırıp
koşarak, onu yakalayabilir miyiz? Bunu düşünen kaplanlara benziyoruz adeta. O ise
bir ceylan gibi, en ufak bir seste tir titriyor sanki.
Sonra,
’E yani?’’ diyor irfan. ‘’Ne var ki bunda.’’
‘’Ne bileyim oğlum, bugün köpeği gömüyoruz, sonra
benim aklıma köpek alma fikrini sokan bu
kitabı görüyorum. Garip geldi işte biraz. Bunu görmemin anlamı nedir acaba?’’
diyor.
Pilatinci X gülümsüyor. Mezarın başında içtiği kaçak vodka, sıcağın
etkisiyle tesir etmeye başlamış bir vaziyette, ağzını yayarak,
‘’Ulan Ethem! İt öldü işte. Ölsün ne çıkar sanki. Git
şu karının yanına, azorka filan de, sosveyesky mi, her ne skiyse git konuş bir
şeyler onun hakkında. Entel dantel bir abimizsin, git ulan işte. Git!’’
‘’İt deme lan, azorkama’’ diyor ethem abi. Platinci
X’in ağzına güzel bir tokat geçiriyor. Sarhoş olmasa canı acırdı, ama o gülüyor
sadece.
İrfan heyecanla,
‘’Abi lan! Bu lavuk haklı olabilir ha! Sen tesadüf filan
dedin. Ama belki Allah köpeği alacak, bu kadını sana verecek ne biliyorsun?’’
Hikmet, içindeki kasveti, bu olaydan biraz eğlence
çıkararak def etmek istiyor,
‘’Aynen öyle.’’ diyor.
Ethem abi derin nefesler alıyor. Kasılıyor. Cenaza havasından
çıkıyoruz. Kadının masasına doğru gidiyor. Bir süre oturuyorlar. Ne konuşuyorlar
bilmiyoruz. Bir süre sonra kadın gülümseyerek masadan kalkıyor. Tokalaşıyorlar.
İkisinin de ağzı kulaklarında. Ethem abi, evladım dediği köpeğini kaybettiğini
unutmuş. Yanımıza geliyor.
‘’Yıllarca beslediğim, pire çuvalı azorkam
sayesinde, bir kız arkadaş edineceğim, hiç aklıma gelmemişti.’’
Masadakiler,
‘’Ne oldu’’’’, ‘’Nasıl oldu?’’ minvalinde sorular
soruyor.
‘’Gittim işte, köpeğimi anlattım. Sonra bu kitabın
içinde, azorka isimli bir köpek olduğunu ve o köpeğinde öldüğünü söyledim. Yarın
bu saatte yine burada görüşeceğiz. Ulan ne kader yahu! Tesadüf mü, tefavvuk mu?
Ne güzel oldu be? Yüce rabbim alıyor ama veriyor da!’’
Pilatinci X gözlerini kısarak,
‘’Ne dedin, ne dedin!?’’
‘’Neye ne dedim?’’
‘’Kitabın içindeki köpekte mi ölüyor.’’
‘’Evet, ölüyor.’’
‘’Ya sahibi, sahibi ne oluyor?’’
Ethem abi düşünüyor,
‘’Ulan’’ diyor. ‘’Bir dakika ya! Evet evet!’’ Yüzü
değişiyor. ‘’Oğlum evet lan! Sahibi de ölüyor.’’ Diyor.
Masa da bir sessizlik oluyor.
‘’Abi saçmalayın diyor.’’ Hikmet. Bu kitap olayının
uzaması onu güldürmüyor, hatta sıkıyor.
Pilatinci X,
‘’Tesadüf mü, tevaffuk mu? Ha ha ha!’’ Hoyrat,
sarhoş gülüşüyle gülüyor.
Sessizliğe gömülürüyoruz yeniden. Aklıma hiç yoktan
Simay geliyor. Beylikdüzü’ne çıksam, uzak bir köşeden izlesem, görebilir miyim,
bilemiyorum. Herkes kendi kafasında bir şey yaşıyor.
Ethem abi düşünmüş, masaya bakarak konuşuyor, bizle
değilde kendi kendine konuşuyor sanki,
‘’Dostoyevski o kitabı yazdı. Köpeği kitapta
öldürdü. Sonra yüz yılı aşkın bir süre sonra, o kitap benim elime geçti, ve o
kitaptaki köpeğin ismini koyduğum bir köpeğim oldu. O köpeği ise bugün, büyük
kitapta yazan kader öldürdü. Sonra o kader kadını karşımıza getirdi. Ta yüz
yılı aşkın süre önce, dostoyevski bu kitabı yazarken böyle bir şey olacağını
bilemedi, bilemezdi. Ama büyük kitap: kader de, bu mevcuttu. Ama kadınla kalkıp
konuşmak ise, benim kitabım için yazdığım bir şeydi. Konuşmasam, her şey farklı
yönde gidecekti. Ama konuştum bu yöne geldi. Sonsuzun sonsuzu ihtimaller vardı.
Ve böylesi oldu. O kadın, o kitabı aldı
karşımıza oturdu. Biz buradan geçerken üşüdük ve buraya oturduk. Üstelik bu
masayı tercih ettik. Her şey bu şekilde oldu.’’
‘’Yani’’ dedi hikmet.
‘’Yanisi, kendi kitabımızı yazan yazarlarız biz. Ama
hepimiz büyük kitabın karakterleriyiz de.’’
‘’Ne diyorsun abi ya?’’ diyor irfan. Ben hiç ses
etmiyorum. Çünkü onun ne dediğini çok iyi anlıyorum.
Kalkıp gidiyorum masadan. Kendi kitabımı yazmak
için. Beylikdüzüne gidiyor ayaklarım.
*
* *
Birkaç saat bekliyorum. Büyük kitapta ne yazıyor
görmek için. Bana kalsa, sarılmamız lazım. Ben hikayeleri güzel bitirmek isterim
hep. Sonra işten geliyor Simay.
Arkasından bağırıyorum,
‘’Simay!’’
Sırtından vurulmuş gibi duruyor. Kendi kitabımda
yazmak istediğim şey, koşarak bana sarılıyorsun, öyle olsun istiyorum. Ama büyük
kitaba göre hızlı adımlarla yürümeye başlıyor, benden kaçıyor.. Binaya girmeden
tutuyorum kolundan.
‘’Hep havalar soğuyunca, hep akşam olunca, bir köpek
ölünce, bir adam bir kadına aşık olunca, bir sahlep içince, çok uzaklarda bir
çocuk ağlayınca, seni sevdiğimi hatırlıyorum.’’ Diyorum.
Bana sarılsın istiyorum. O korkuyla titriyor. Sonra nasıl
göründüğümü, ve yaptığım haraketin ne düşündüreceğini düşünüyorum.
‘’Üç yıl oldu’’ diyor kısık sesle. Duyamıyorum bile
neredeyse.
‘’Nasıl hâlâ unutmadın?’’ diyor.
‘’Çünkü seni sevdim’’ diyorum.
Ağlamaklı bana bakıyor. Ama biliyorum ki ertesi gün,
hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecek.
Çünkü büyük
yazar, böyle olsun istiyor.
Bu hikaye, Volta Dergi 2. Sayıda Yayımlanmıştır.
Bu hikaye, Volta Dergi 2. Sayıda Yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder