Bursa’da çok farklı bir hayatla karşılaştım. Küçük
bir ilçede, bir gecekonduda yaşarken, birdenbire kendimi, bir ormanın ortasında, büyük bir ahşap
konakta bulmuştum. Dedem ve Babaannem gerçekten farklı insanlardı. Anne tarafıma
göre, daha kültürlü ve daha zenginlerdi. Anne evinde öğrendiğim ve sahiplendiğim ne varsa benden almaya çalıştılar. Her şeyi yanlış öğrendiğimi düşünüyorlardı. Sonunda başardılarda.
Bana verilen ismi bile değiştirmek istediler. Yedi yaşımda
olmama rağmen, ismimi değiştirip, babamın ismini verdiler. Ve benim adım
artık Ali değil, Faruk Ali olmuştu. Ben
babamın bu evdeki temsilcisiydim artık. Büyük Faruk ölmüştü, ama yerine küçük Faruk
gelmişti. Babamın acısını, benim varlığımla dindirebiliyorlardı. Onları mutlu etmemin tek nedeni, babama tıpatıp benzememdi. Burada ki ilgi
benim de hoşuma gitmişti açıkcası. Başlangıçta zorlansamda, bu yabancılık çok sürmemişti çocuk kalbim, çevremde olan herkesi ve her şeyi sevmeye başlamıştı.
Bir çocuğun hoşuna gidecek her şeye sahip olmuştum. Tüm
ilgi benim üzerimdeydi. Bana iyi ders veremediği için azarlanan hocalar, yemeğimi
zamanında vermediği için kovulan aşçılar içerisinde, ister istemez farklı bir
insan olmaya başlamıştım. Her şey yolundaydı. Hem öksüz, hem yetim olduğumu fark etmiyordum bile.
Ancak hiç yokluklarını hissetmediğim anne ve babamı, okula
başladıktan sonra aramaya, ve özlemeye başlamıştım. Fotoğraflardan başka bir şey bırakmayan bu insanların, hayatımda o denli yer etmeye başlamasını anlayamıyordum. Baktığım fotoğraflar o denli tesir ediyordu ki bana, rüyalarımda ve hayallerimde anne ve babam ile ayrı bir dünya kurmuştum. Bu yokluk ve yıkıcı acı ben büyüdükçe içimde büyüyen bir balon gibiydi. Alıştığım bu yaşam düzeni, işte o zaman biraz bozulmaya başlamıştı. Çünkü
hikayemi duyan herkesin bana karşı, bir çeşit acıma duymasını hazmedemiyordum bir türlü. Bir babaya ve anneye her zaman ihtiyaç
duyuyordum her insan gibi. Kim ne yaparsa yapsın, ne kadar nazlı büyütülmüş olsam bile, her şey
istediğim gibi yapılsa da durum aynıydı. O ağır hüznü içimden bir türlü
atamıyordum.
Bütün erkek çocukları babalarını anlatmayı ne çok
seviyordu. Herkesin babası en güçlüsüydü. Ve herkesin babası muhteşemdi. Ben bu sohbetlerden uzak duruyordum. Ama ne kadar uzak dursam bile etkileniyordum. Benim içimde sonsuzluğu uyandırdığı için mi acaba, gidip büyük ağacın altında, yeşil çimenlere uzanıp, her akşamüstü ağlıyordum. Sadece ağlamam gerektiğini hissediyor, kalbimin boşluğunun, anne ve baba yokluğundan oluştuğunu bir türlü kendime geçiremiyordum.
Konağımızın temizlikçisi Hafize Hanımın kızı Asiye, beni bu gizli ağlayışlarda
bulur teselli ederdi. Beni orada bulmaya alışmıştı artık. Birden bire sinsice belirirdi karşımda, gözyaşlarımı silmeye fırsatım olmazdı.
Konağımızın temizlikçisi Hafize Hanımın kızı Asiye, beni bu gizli ağlayışlarda
bulur teselli ederdi. Beni orada bulmaya alışmıştı artık. Birden bire sinsice belirirdi karşımda, gözyaşlarımı silmeye fırsatım olmazdı.
‘’Ne oldu Faruk?’’
‘’Hiç ne olacak? Aynı şeyler işte.’’
‘’Ne olur üzülme Faruk. Başka çocuklarda var senin gibi. Mesela
onlara bakacak kimseleri
bile yok.
Senin annen ve baban öldü ama hiçbir zaman yalnız kalmadın ki...
Elbette hiçbir şey onların yerini tutamaz… Ya her şey daha kötü olsaydı? Yetimhanelerde büyüseydin.Sahipsiz olsaydın! O zaman ne olurdu? Bak ne güzel eviniz var, zenginsiniz.’’
bile yok.
Senin annen ve baban öldü ama hiçbir zaman yalnız kalmadın ki...
Elbette hiçbir şey onların yerini tutamaz… Ya her şey daha kötü olsaydı? Yetimhanelerde büyüseydin.Sahipsiz olsaydın! O zaman ne olurdu? Bak ne güzel eviniz var, zenginsiniz.’’
‘’Hepsini Allah'a versek, annemi babamı geri verir mi
Asiye?’’
‘’Ah canım benim!’’
‘’Niye böyle oldu ki? Neden benim başıma gelmiş
anlamıyorum hiç’’
‘’ Dünya kötü bir yer Faruk!’’
‘’Dünya kötü mü bir yer Asiye?’’
‘’Evet canım benim! Dünya maalesef çok kötü bir
yer.’’
O böyle konuştukça, ben onun canı oluyordum. Büyük
ağacın altında beni dizine yatırıyordu. Saçlarımı okşuyordu. Acımı yüreğinde
hissediyordu.
‘’Benim de babam yok Faruk. Tamam Anam var, çok şükür
ama,
benim de Babam yok!’’
benim de Babam yok!’’
‘’Bugün çok korktum Asiye ben.’’
‘’Neden?’’
‘’Öğretmen, baban ne iş yapıyor diye soracak diye.’’
‘’Ah canım benim! Annen ve babanla buluşacaksın bir
gün. O zaman üçünüz cennette bir köşkte
olacaksınız. O zaman okul diye bir şey
olmayacak. Böyle kimse olmayacak. Annen ve baban ile sonsuza kadar yaşayacaksın
orada. Allah sen ne istersen verecek sana. Hem onlar seni görüyorsa, bu haline
üzülüyorlarsa, kötü olmaz mı bu durum? Onlar istiyor ki, sen mutlu bir hayat
yaşa ve en sonunda onların yanına dön.’’
Sadece benden
altı yaş büyük olmasına rağmen, nasıl o kadar anaç bir tavırla davranıyordu,
acılarımı dindiriyordu, anlamıyorum hâla…
Asiye ile bu dostluk en son ne zamana kadar sürdü,
hatırlamıyorum. Ama tüm çocukluk anılarımı yokladığımda, her zaman en önde gelen isimlerden oldu. Bana bir
nevi ablalık yaptı. Ve yeşil Bursa'nın ferah güzel günlerinde, tüm güzelliğiyle hafızamda yerini aldı.
Ben zamanın geçeceğini ve her şeyin değişeceğini bilmeden, hayatıma devam
ettim. Zaman geçti, ve her şey değişti.
…
Ben büyüdükçe, evdeki saygınlığım da büyüyordu.
‘Küçük bey’ olmaktan çıkmıştım artık. On beş yaşıma geldiğim zaman. İyi bir
eğitim almıştım. Orta düzeyde Fransızca biliyordum. Fıkıh, siyer ve hadis
ilminde, dedemin zoru ile kendimi geliştirmiştim. Bir lise öğrencisi olmama
rağmen, çevremde benim kadar kendini geliştirmiş bir arkadaşım daha yoktu.
Yüzme sporuna ilgim vardı. Ama o kadar başarılı olmadığım halde okul bana madalyalar veriyordu. Ben de bu
gereksiz madalyalarla dedemi gururlandırmış oluyordum. Benim büyümem onun hoşuna gidiyordu.
‘’Tez 17 yaşına gir, evlendireceğim seni!’’ diyordu.
Artık beni Hafize hanım, yahut babaannem
keselemiyordu. Bu dedemin emriydi. Ben artık büyümüştüm ve bunu ben de fark
ediyordum. Bana yükledikleri sorumluluklar değişiyordu. Dışarıda insanların bana
karşı duyduğu acıma ile karışık sevgi, artık bir saygıya dönüşmeye başlıyordu.
Kimse başımı okşayıp, birkaç şey söylemiyordu. Artık büyük bir insana nasıl
davranıyorlarsa, bana da öyle davranıyorlardı.
Asiye genç bir kızdı. Eskiden odama gelir benimle
konuşurdu. Ama artık oda benden uzak duruyordu. Kendine özgü bir havası vardı.
Sürekli düşünceli, ve umursamazdı. Sürekli dünyanın en önemli meselesini,
düşünüyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı. Her şeye kayıtsız ve umarsızdı. Tüm
insanlardan uzakta, kendi içerisinde bir dünya kurmuş yaşıyordu. Kocaman siyah
gözleri, siyah saçları, nedense siyah rengine benzeyen kokusu ile bende
tarifsiz şeyler uyandırıyordu. Ama artık benim acılarımı paylaşmıyordu. Benim
halimi sormuyordu. Bende bu yüzden ondan biraz nefret ediyordum artık. O eski
günleri, özlemle yad ediyordum.
Bir yandan da Asiye’nin her gün Hafize hanımla bize
gelmesini istiyordum. Okuduğum kitaplarda, tüm kadınlara onun yüzünü
yerleştiriyordum. Bu esmer kız benden altı yaş büyüktü. Beni pek ciddiye aldığı
söylenemezdi. Çocukluğumda bana sürekli ablalık yapmıştı. Bu yüzden aklıma farklı şeyler gelmiyordu.
Beni kardeşi olarak görüyordu, böyle düşünüyordum.
Ve bende kendime zaten bir şey itiraf etmiyor, edemiyordum. Sadece ona yakın
olmak istiyordum. Onu sürekli görmek ve sürekli etrafında dolaşmak istiyordum.
O bana soğuk ve mesafeli davrandıkça, ben tahammül edilemez bir öfke ile
doluyor, bazen tüm gece sinirden uyuyamadığım oluyordu. Tüm bu mesafeye
karşılık ben de onu cezalandıyordum. Bu zavallı kıza içimden sürekli kötü
davranmak geliyordu. Yıkadığı elbiselerimi bilerek kirletip ona kızıyordum.
‘’Bir işi de iyi yapamaz mısın sen be?’’
‘’Ne yapmışım Faruk bey?’’ diyordu gözlerini
büyüterek. Kara gözleri kocaman olunca, içimde bir şeyler kaynıyordu. Kendimi
bozuntuya vermeden,
‘’Baksana şu lekelere, nasıl kızsın sen be! Seni dedeme
söyleme vakti geldi sanırım?’’
Asiye korkuyla,
‘’Aman Faruk bey, lütfen yapmayın, çıkarın bir kez
daha yıkayayım.’’ Diyordu.
‘’Aman istemez!’’
Sonra suratımı asıp odama gidiyordum. Birkaç kitabı,
raflarından düşürüp,
‘’Asiye!’’
O hemen odamın kapısını açıp, yüzünden benden bezmiş
bir ifade ile,
‘’Buyurun Faruk bey’’ diyordu. Ben birkaç saniye onu
izliyordum.
‘’Bu kitaplar ne yapıyor yerde?’’
‘’Ben hiç girmedim buraya efendim.’’ Diyordu.
‘’Aman be! Çık dışarı çık!’’
Asiye dışarı çıkıyor, ben yatağa uzanıp, Asiye’yi
düşünüyordum.
…
Onunla gidip insan gibi konuşmak nedense bana bir
yenilgi gibi geliyordu. Neden benden uzak durduğunu, neden eskisi gibi, benimle
ilgilenmediğini soramıyordum. Tüm paylaşılan acılar,o güzel sohbetler nereye gitmişti? Neden aramıza bu yabancılık
girmişti? Buna dayanamıyordum. Onunla bir yabancı olmak tahammül edilemezdi.
Ondan ne istediğimi ben de bilmiyordum. Ama içinde bulunduğum yalnızlıkta,
biraz olsun acılarımı dindirsin istiyordum. Beni dinlesin, sevsin ve güçlendirsin
istiyordum. Eskisi gibi bir dost olmak istiyordum. Ama o her an benden daha
uzak bir yere doğru gidiyordu. Ve üstelik bir gün babaannemin, Hafize hanıma,
‘’Asiye’ ye şöyle güzel bir kısmet çıksada, düğün
görsek.’’ Demesiyle tahammül etme gücüm hiç kalmamıştı. Ve Asiye’yi başkasıyla
düşünmek, beni ona maalesef aşık etmişti.
Bir yol bir çare aradım. Birkaç hafta onu ne
çağırdım, ne azarladım. Ama o yinede bu sessizliği fark etmedi. Ve gelip bir
şey demedi bana. Benim ona iyi ya da kötü davranmam umrunda bile değildi.
Büyük ağacın altına oturup, üzüntülü bir yüz
ifadesiyle bekliyordum. Asiye bu durumu fark etmiyordu bile. Hiç sabrım
kalmayınca eski halime geri dönmüştüm. Ama bu sefer daha acımasız olmuştum.
Demek o benim üzüntülerimi görmezden geliyor ve ciddiye almıyordu.
‘’Sil şu ayakkabıları’’
‘’Çıkarın Faruk bey.’’
‘’Ne çıkaracağım be! Ayağımda sil.’’
O
ayakkabılarımı silerken, ben bu garip kızdan ne istediğimi düşünüyordum.
Bilerek döktüğüm çaylar, altı kez ütülenen gömleklerim, yırtıp yırtıp diktirdiğim pantolonlarım Asiye’nin sabrını
zorluyordu. Ama ne yapabilirdi, hiçbir şey.
Onun bu sabrı beni deli ediyordu. Neden diye
sormaması beni kahrediyordu. Ve ondan nefret ediyordum. Bu nefret öyle bir
duruma gelmişti ki, geceleri uykulardan uyanamama neden oluyordu. Aklımı kontrol
edemez bir duruma gelmiştim. Artık ne yaptığımı, ne istediğimi iyiden iyiye
düşünmüyor, anın getirileriyle, Asiye’ye zarar vermeye devam ediyordum.
Ayakkabımı sildiği bir gün, bu kin, onun saçını
çekmeme neden olmuştu. Asiye birden titreyerek ağlamaya başlamıştı. Onun
ağlamasıyla, bacaklarım tirtir titremeye başlamıştı. Daha fazla direnemeden,
kendimi Asiye’nin yanına diz çökmüş bulmuştum. Gözlerim dolmuştu. Ona,
‘’Odama gel’’ dedim. Koşarak odama geçtim. İçimdeki
nefretin, aşka bulanmış bir vaziyette, kalbimin tam ortasını işgal ettiğini o
zaman kendime itiraf ettim.
Asiye birkaç dakika sonra odama geldi, yine aynı
umarsızlığı ile,
‘’Buyurun Faruk bey.’’ Dedi. Hiçbir şey olmamıştı
sanki.
Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ona ne
diyecektim. Ondan utanıyordum. Gözlerim doluyordu. Ağlamamak için kendimi zor
tutuyordum. Ama ağladım. Ellerimi yüzüme kapadım ve ayların verdiği yorgunlukla
ağlamaya başladım. Gözlerimi açtığımda Asiye bana bakıyordu.
‘’Özür dilerim’’ dedim.
‘’Estağfurullah’’ dedi.
Artık uzatmanın bir anlamı yoktu.
‘’Asiye sen neden bana eskisi gibi davranmıyorsun?’’
‘’Nasıl?’’ dedi.
‘’Hani beni dinlediğin zamanlardaki gibi? ‘’
‘’Siz artık bir çocuk değilsiniz Faruk bey. Size
böyle davranmam gerekiyor.’’
‘’Beni hiç sevmiyorsun değil mi?’’ diye sordum.
‘’Sizin çocukluğunuzu çok seviyorum’’ dedi.
‘’Asiye, ben seni seviyorum.’’
Asiye bu sevgiden bir şüphe duymadı.
‘’Sevdiğiniz için mu işkence?’’ dedi. Sesi aynı
mağrurlukta, her şeyden çok uzak bir tondaydı. Ne hissettiği anlaşılmıyordu.
‘’Senin beni Faruk bey olarak görmenden ötürü.’’
Asiye’ye doğru yürüdüm. Ona yaklaştım ve,
‘’Hâlâ ellerin saçlarımda dolanıyor gibi
hissediyorum. Bana en yakın olan sendin hep. Ama şimdi beni kimsesiz
bıraktın.’’
Asiye bendeki bu değişimi anlamıyordu. Söylediğim
şeyleri ve tutumumu şaşkınlıkla karşılıyordu.
‘’Ben de sizi seviyorum Faruk bey. Siz bizim
elimizde büyüdünüz.’’
‘’Peki’’ dedim. ‘’Ben sizin elinizde büyüdüm.’’
Asiye odadan çıktı. Ve bir süre onunla hiç ama hiç konuşmadım…
…
İçim yinede rahattı. Çünkü Asiye ile düşmanlığım
bitmişti. Ama şimdi içimde, alev alev büyüyen bir aşk mevcuttu. Yaptığım şeyden
ötürü, kendimle övünüyordum. Mutlu hissediyordum. İstediğim olmuştu. Asiye ile
ilişkimiz eskisine nazaran daha iyi sayılabilirdi. Ama aşk her zaman daha
fazlasını istiyordu. Sevgimi bir çocuk sevgisi olarak görüyordu belli ki. Hiçbir şey değişmemişti aslında. Sadece ona
kötü davranmıyordum. Ama o yine beni pek ciddiye almıyor, kendi havasında
yaşıyordu. Bu durağanlığa bir son vermek istiyordum. Yine eski halime dönmenin
bana bir faydası yoktu. ama Asiye’ nin bana karşı kayıtsızlığı beni
mahvediyordu.
Biraz daha risk almam gerekiyordu. Aşk en korkak
çocukları bile, en cesur savaşçılardan daha korkusuz bir hâle getirebiliyordu.
Ciddi bir karar aldım. Dedemin ve babaannemin bana karşı tutumlarını
değiştirecek bir hata olabilirdi bu. Ama sonunda yaptım. Ona secvgimin, nasıl
bir sevgi olduğunu söylemek istedim. Aşk, bilinmek istiyordu. Birkaç gün
süründüm durdum. Bir bahanem yoktu ona merhaba demek için. Ama en ilkel
yöntemimi denememe bir engel yoktu.
. Yine bir gömlek ütületme bahanesi ile odama
çağırdım.
‘’Buyurun Faruk bey’’ diye girdi içeri. Son
zamanlarda davranışlarım onun bana karşı duyduğu saygıyı arttırmıştı.
Çirkeflikler yapmadığım için, vereceğim emrin ciddi olacağını düşünüyordu. Hiç
zaman kaybetmeden lafa girdim,
‘’Yaklaşık bir haftadır uyuyamıyorum Asiye.’’ Deyince,
yüzünde bir şaşkınlık oldu. Ou şaşırtabilmek bile zordu. Ama başarmıştım.
‘’Neden efendim? Yatağınızda bir sorun mu var?’’
Elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Ayakta daha fazla
duramadım. Yatağa oturdum. Bir süre sonra, midem iyice bulanmaya başladı.
Heyecan bana fazla gelmişti. Başımı yastığa koydum. Pencereden içeri düşen
gölgelere baktım. Bir kuş camın kenarında uzun uzun öttü. Asiye’ye bir yanıt
vermedim. Asiye usul usul odadan çıktı. Bu benim için, bir redediliş
sayıldı o an.
Her şey dahada kötü olmuştu. Aşkımı dolaylıda olsa
anlatmış ve beklediğim gibi bir yanıt almıştım. Ama azda olsa, kendime itiraf
edemediğim bir umudum vardı.
Ve mutsuzluğum evdeki herkesin dikkatini çekiyordu.
Ama kimsenin bir şüphesi yoktu. Asiye ile konuşmuyordum artık. İçimin yükü her geçen gün dahada ağırlaşırken
ona karşı yenilgimi kabul ettim.
Derslerim yoğun diyerek, evde değil okulun yatakhanesinde kalmaya
başladım. O benim için neler ifade ediyordu? Düşünüyordum. Ve çıktığım tek
nokta, ona aşık olmamdı. Beni bıraktığı yalnızlıktan ötürü ondan nefret
ediyordum aynı zamanda.
Dedem bir hafta sonra beni gelip eve götürdü. Bursa’
geldiğimden beri, ilke bu kadar uzun üsre ayrı kalmıştık. Bu kadar ayrılığa
dayanabildiler artık. Gözle görülür bir çöküş vardı vücudumda. Bu dedemi ve
babaannemi çok üzdü. Üstüme düşmeye başladılar. Ama ser verip sır vermedim. Aşkı
en derinimde gizleyip, en yakın arkadaşıma bile açmadım.
Eve dönsem bile, ruh sağlığım yine iyi değildi. Bu Asiye’yi bile vicdana getirmişti. Ama bu kez benim bir beklentim yokken
olmuştu.
Birkaç gün sonra, bana getirdiği ballı süt ile
odamın kapısın vurdu.
‘’Gel’’ dedim. Sütü masaya bıraktı. Ve kapıya doğru
yürüdü. Yine beni umursamadan çıkıp gidecek diye düşünürken, kafasını uzatıp
dışarıyı kontrol etti. Kapıyı kapatıp
masanın kenarına elini dayadı, yüzünü yere eğdi, bana bakmıyordu,
‘’Eğer bu kederin nedeni ben isem, bu evden giderim
Faruk bey. Lütfen kendinize bu kadar zarar vermeyin’’ dedi. Çok az çalışan
beynim ilk kez bir kurnazlık yaptı ve,
‘’Eğer iyi olmamı istiyorsan, bana bir ayrıcalık
tanı’’ dedim.
‘’Sizin için her şeyi yaparım.’’
‘’Eski çocukluk günlerimiz hatrına, şu yatakta
yanıma uzanır mısın?’’
Asiye başını yerden kaldırdı,
‘’Lütfen daha akıla yatkın şeyler isteyiniz.’’
‘’Her şey akıla yatkın olsaydı, yer yüzü daha başka
olurdu Asiye.’’
‘’Nasıl olurdu?’’
‘’Çok sıkıcı olurdu. Kocaman mutsuzluklardan başka
bir şey olmazdı.’’ Asiye hiç ses etmedi. Ben devam ettim konuşmaya.
‘’Bir kardeş gibi, lütfen! Sadece beş dakika.’’
‘’Bunun size ne faydası olur efendim, lütfen beni
zor duruma koymayın.’’ Dedi. Kibir abidesi ben, aşk karşısında yelkenleri suya
indirdim. Oturduğum yataktan fırladım,
elimdeki kitabı bir köşeye fırlattım. Gidip bacaklarına sarıldım ve başımı
kaldırıp,
‘’Sana yalvarıyorum!’’ dedim.
Asiye şaşkın bir şekilde, ellerimden kurtuldu ve
usul usul yürüyerek yatağın kenarına geldi. Gözleri hafif ıslanmış bana baktı,
sonra yatağın kenarına uzandı.
Ben ise odanın kapısını kilitledim ve yatağa doğru
yöneldim. Büyük bir utançla yatağa uzandım. He şey rüya gibiydi. Asiye’nin
arkasından sarıldım ve saçlarını kokladım. Ve aylardır süren bu amansız
hastalık bir nebze rahatladı. İşte ona kavuşmuştum. Sarılıyordum.
Dokunabiliyordum. O buradaydı. Yanımdaydı. Kokluyordum.
‘’Sizinle ne yapacağız Faruk bey böyle?’’ Dedi.
‘’Bana eski güzel günlerdeki gibi davran.’’ Dedim.
Asiye bir süre sustu. Ben o şekilde ölmeye, ve o
şekilde gömülmeye razıydım o zaman.
‘’Bana bakın küçük bey! Çok olmaya başladınız’’
diyerek bana doğru döndü. Kocaman gözleri karşımda idi. Kokusu yastığıma
siniyordu. Yüzünde uçarı bir gülümseme bana bakıyordu. Ben ise birden
tanıdıklaşan bu mimiklerden aldığım güçle ona sıkı sıkı sarıldım. Ve ağladım.
‘’Seni çok seviyorum Asiye. Lütfen bana bu kadar
uzak olma. Lütfen beni sahipsiz ve yalnız bırakma. Yalvarırım bu kötü dünyada
beni sessiz ve nefessiz koyma! Sen benim her şeyimsin. Sana yaptıklarımı affet.’’
Onunla göz göze gelmemek için başımı yukarı doğru
kaldırmıştım.
‘’Ben seni affettim Faruk ama sen bize yaptıklarını
nasıl affedeceksin, bu durumu kimseye anlatamayız. Dedeniz şu durumu görse,
beni bu şehirden sürer, o sana valinin, kaymakamın kızını düşünürken, sen
kendinden altı yaş büyük, bir hizmetçiye aşık oluyorsun. Lütfen akıllı ol. Ben
de seni seviyorum. Ama bu sevgi farklı bir sevgi biliyorsun.’’
Yanımdan kalktı ve odadan çıktı. Hem çok mutsuzdum,
hem de çok mutluydum. Asiye artık biliyordu her şeyi. Ona sarılmıştım. Af
dilemiştim. Ama şimdi ortaya bir soru çıkmıştı, ben ondan ne istiyordum.
Dedikleri doğruydu. Bu işe kimse izin vermezdi. Bunu dedeme söylemem bile,
Asiye’nin evimizden sonsuza kadar gitmesine neden olurdu. Henüz liseyi bile
bitirememiştim. Dedemin ön gördüğü evlilik yaşından iki yaş ufaktım.
Bir ay gibi bir süre, Asiye’yi gözlerimle sevdim durdum. Onunda bakışları
bazen bana değiyor ve ufak tebessümler oluyordu aramızda. Yarı umutlu, yarı
umutsuz bir vaziyette yaşadım gittim. Asiye’yi bir daha odama çağıramadım. Bir
daha öyle güzel şeyler yaşayamadım. Ama onun kalbini kazanmış olmak hep beni
iyi hissettirdi.
…
Her şey olağan seyrinde giderken, Hafize hanımda,
Asiye’de birkaç gün gelmediler. Bunu merak edip, sormam bir şüphe uyandırır
diye iki gün boyunca dedeme soramadım bile. Ama sonunda sabrım taştı,
‘’Dede bu Hafize hanım nerede?’’
‘’Sen Hafize’yi mi merak ediyorsun, yoksa Asiye’yi mi?’’ dediği anda kafamdan aşağı kaynar sular
döküldü. Hiç yanıt vermeden olduğum yerde put gibi kaldım. Utanç yüzüme kadar
vurmuş, yanaklarım kızarmıştı.
‘’Ulan küçük oğlan, o senin ablan yaşında be! Bak
yataklara düştün, hasta oldun. Şimdi bir çobanla evleniyor. O senin dengin mi oğlum? Yaşını başını almış
bir kız! Sen okumuş etmişsin, o daha elif bilmez.’’
Dedemin her şeyi biliyor olmasının şaşkınlığıyla,
Asiye’nin başka biriyle evleneceğinin verdiği acıyla, dakikalarca orada durdum.
Koca Bursa’da bir bakkal dedemin korkusundan cesaret edip bana bir paket sigara
satmadı. Ama bir çocuktan tütününü aldım. Hayatımın ilk sigarasını o gece
içtim. Tüm gece Asiye’nin evini izledim durdum. Çıkmadı, etmedi.
Ertesi gün yine aradım durdum onu. Ortalıkta yoktu.
Umutsuz eve döndüm. Hafize hanım, Asiye’yi bize getirmişti. Vedalaşsın diye.
Ben odama çıktım. Aradığım, bir türlü bulamadığım Asiye meğer burnumun
dibindeymiş. Odamın camından kapıyı izledim. Eğer kapıdan çıksaydı, koşup
peşine düşecektim. Ne yapıp edip konuşacaktım onunla. Ben beklerlken nasıl oldu izin aldıysa, Asiye
odama geldi. Kapıdan,
‘’Faruk bey müsait misiniz?’’ dedi.
Ben heyecanla ayağa kalktım. Tüm durgunluk üzerimden
uçtu gitti.
‘’Gel!’’ dedim.
Asiye’yi karşımda görünce, yüzümde bir tebessüm oluştu.
O da bana acıyla güldü.
‘’Gelebilir miyim demedim, müsait misiniz diye
sordum.’’ Asiye gülümsedi.
‘’Boş bulundum işte.’’ Dedim. Kalbimin attığını
sanki ilk kez hissediyormuş gibi, rahatsız oldum.
‘’Seni haylaz, sigara kokuyor bu oda’’ dedi. Kendimi
güçsüz hissediyordum. Yatağa oturdum.
İnsanı boğazlayan bir sessizlik oldu daha sonra. Sustuk. İkimizde konuşamıyorduk. Kelimeler
aklımda dolaşıyordu ama bir türlü sesim çıkmıyordu. Kim bozacak bu sessizliği
diye düşünürken sonunda o,
‘’Ben sanırım gideceğim Faruk.’’ dedi.
Ben o lafını bitirmeden,
‘’Bence kabul etme Asiye.’’ Dedim. Asiye bana doğru geldi,yanıma oturdu, bir
anne gibi saçlarımı okşadı.
‘’Ah benim küçüğüm, neyi bekleyeyim?’’
‘’Bana küçük deme Asiye. Ben büyüdüm, büyüdüm ve
sana aşık oldum. Beni bekle, kim ne derse desin, seni alacağım ben.’’
Asiye gözleri yaşlı,
‘’Siz erkekler üç dört yıl boyunca bir kadına
verdiğiniz sözü asla tutamazsınız. Hadi Faruk bunları geçelim ne olur? İçimi
yakma. Hiç aklımdan çıkmıyorsun kaç zamandır. Seni üzmek istemiyorum. Benim
için çok değerlisin. Benim için çok şey ifade ediyorsun, ama o dediğin çok
başka bir şey. Ben bu durumu kabul etmesem bile bir daha bu eve dönemem, deden
benim hakkımda ne düşündüğünü biliyor, anlamışlar. Buraya geldiğimden haberi
bile yok! Öyle utanıyorum ki!’’
Ben bu dar vakitte, ona ne kadar çok şey söylersem,
o kadar iyidir diye düşündüm.
‘’Senin ile tüm hayatları yaşamak isterdim Asiye.
Tüm zamanlarda seninle yaşamak isterdim.’’ dedim.
Asiye’nin gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Ben kendime
bile açamadığım her şeyi ortaya dökmeye karar vermiştim bir kere. Aşk kalbimden
dilime doğru hücum etmeye başlamıştı.
‘’Seni günün her saatinde öpmüş olmak isterdim.
Sabahları seninle kalkmak, geceleri seninle yatmak isterdim. Aynı eşyaları
kullanmak isterdim. Bizim dediğimiz onlarca şeyimiz olsaydı keşke.’’
‘’Faruk ne olur yapma böyle!’’ Asiye’nin gözünden
bir damla yaş düşmüştü.
‘’Sen böyle şeyleri söyleyecek bir çocuk muydun? Çok
şaşırdım inan!’’
‘’Ben de şaşkınım Asiye.’’
‘’Bana aşıktın madem, neden bir köpeğe davranır gibi
davranıyordun? Neden kötü kalpli bir zengin gibi davranıyordun?’’
‘’Çünkü sana aşıktım Asiye! Sevgi ne kadar güzel bir
şey olsada, aşk biraz barbarca. Nefret ile yan yana. Benden uzak durduğun için,
bu yüzden sana her zaman kötü davrandım.’’
‘’Ben bu kadar büyük bir aşka düştüğünü bilmiyordum
ki? Sen daha küçük bir çocuksun Faruk. Bu bir heves olabilir. Tüm bunlar seni
etkileyen o kitaplardan esintiler olabilir anladın mı? Ve başka bir şey daha
olabilir. Yani söylemek zor.’’
‘’Neymiş zor olan söyle bakalım.’’
‘’Yani annesizliğin verdiği o yalnızlığı benimle
dindirmiş olabilirsin. Belki beni o boşluğa koymak istiyorsun.’’
‘’ Evet Asiye, senin benim annem olmanı isterdim. Ya
da kız kardeşim olmanı isterdim. Senin benim hayatımın bir yerinde olmanı
isterdim. Ama bir yabancısın işte. Beni avutan, beni dizine yatıran,
kimsesizliğimi dindiren, beni büyüten kadın sensin. Ama bir yabancı gibisin
işte. Ve sadece hatıralarda kalacak kadar eskiteceksin beni. Buna tahammül
edemiyorum. Her ne olursa olsun içimde seninle yaşamak istiyorum. Ve amacım
sadece sana sahip olmak değil, senin de bana sahip olman. Ben çok yabancıyım
her şeye. Koca Dünya’da başıma gelecek en kötü şeyler geldi. Annesizlik ve
babasızlık… Şimdi de hayatımın ilk aşkı
bir hüsran ile sona eriyor. Bu imkansızlık beni hasta ediyor. Buna
katlanamıyorum. Benim olmayışına ve benden uzak olmana dayanamıyorum.’’
Asiye ellerini yüzüne kapamış, hıçkırıklarla
ağlıyordu. Ben artık açılmıştım. Söylediğim şeylere ben de şaşıyordum.
‘’Senin o kendine has gülüşünle beni her sabah
uyandırmanı isterdim. O siyah saçlarının arasında uyumak isterdim. Ağzını,
dilinden daha iyi tanımak isterdim. Seni bana katmak isterdim. Benim bir parçam
olmanı çok isterdim. Sen konuşulunca, akla ben gelmek isterdim mesela. İster
kabul et, ister etme. Sen benim her şeyimsin Asiye. Biraz ölmüş annem, biraz
hiç olmamış kardeşim, biraz hayat arkadaşım, biraz aşkımsın. Ben herkesi
bırakır giderim gerekirse ama sen ona gitme.’’
‘’Of her şey çok zor.’’ Diyordu Asiye, bir yandan
gözyaşlarını elinin tersiyle siliyordu.
‘’Sen bana benzeyen tek şeysin. Tek ait hissettiğim
kişi sensin. Ve bugün seni de kaybediyorum. Hem de hiç kazanamadan. Hiç
doyamadan. Yaşımdan büyük bir işe mi kalkıştım yani! Annem ve babam öldü, bu
nasıl kaderse, sana aşık olmakta benim kaderimmiş Asiye. Katlanmaktan başka
çarem yok.’’
Asiye başını kaldırdı, gözleri ağlamaktan şişimişti. Kendini zorda
olsa durdurdu. Bana doğrı iyice yaklaştık. Sıcak ve titrek nefesi, çeneme
vuruyordu. Daha sonra boynuma sarıldı. Ben de, o da deliler gibi ağlamaya
başladık. Odanın kapısına inen birkaç sert yumrukla irkildik.
Kapıyı açmak zorundaydım. Çünkü kapıdaki dedemdi.
Kapıyı açar açmaz çok şaşkın bir vaziyette bizi süzdüler.
‘’Ne bu hal, bre deyyuslar’’ dedi. Dedem,
‘’Anam! Asiye rezil ettin bizi, anam! Çık dışarı.’’
Dedi Hafize Hanım.
Hatice kafasına bir kötek yedi kaçarken. Ben ilk kez
dedeme karşı gelerek,
‘’Ben bu kızı seviyorum, dede. Ya bana alırsınız, ya
da ben çeker giderim.’’
‘’O nasıl laf oğlum!’’ diye bağırdı dedem. Ama ben
daha fazla dayanamadım, utançla kaçtım evden. Benden beklemedikleri bir şeyi ilk kez
yapıyordum. Evliliğe ve kadınlara ilgisiz sandıkları benden, böyle bir hareket
gördükleri için, kim bilir ne kadar şaşırmışlardı? O günün akşamı utançtan eve
dönemedim. Ertesi gün de bundan böyle geçti. Yeşil Bursa’nın yaz gecelerinde; iki
gün sokaklarda geçti, aç susuz bir şekilde. Bir türlü eve dönecek cesaretim
yoktu. ama dedemin eli kolu çok uzundu, yakalanmam çok sürmedi.
Bir polis memuru, camiide su içerken gördü ve tanıdı
beni. Zorla tutup eve götürdü. Belki de
ilk kez dedemin bastonun tadına bakacaktım. Her şeye hazır bir şekilde, kapıyı
çaldım. Olan şeyler, ne kadar utanç verici, diye düşündüm. Ama yüzleşmekten
başka çare yoktu. Kapıyı dedem açtı.
‘’Düğünün var, sen ortada yoksun deyyus’’ dedi.
içeriye baktığımda Asiye bana gülümsüyordu.
1 yorum:
Öykü okumayı hiç sevmem ama bu hikayeyi çok sevdim eline emeğine sağlık
Yorum Gönder