1.
Gece vakti,
eski evin tahta kapısını, kıracak gibi yumrukladı bir adam. Ev sahibi
tereddüt etti kapıyı açıp açmamakta, ama ısrarla kapı yumruklanmaya devam
edince kapıyı açtı. Bir sarhoş kapıya dayanmış söyleniyordu,
-Sallanıyorum, durulamıyorum…
-Neyin var? dedi ev sahibi.
-Buraya gelemiyorum.
-Buradasın ya işte!
-Buradayım ama, ne kafam burada, ne ruhum burada…
-Nedir zihnini bulandıran be adam!?
Ev sahibi, saçı sakalı bembeyaz, dünyadan el ayak
çekmiş bir ihtiyardı. Tüm mahalle tarafından, tanınır, sayılırdı. Vaktinin çoğunu evde geçirirdi. Mahalleli
tarafından, bir alim olduğu düşünülürdü. Bu sarhoşta bunları duymuş, bu
bunalımlı vaktinde, onun kapısına gelmişti.
İçkiyle yıkılacak adam değildi bu sarhoş. Aklı biraz
uçmuştu ama sağa sola sataşıp, ortalığa kusacak çömez içkicilerden değildi. Sarhoş
olduğunu kolay kolay herkesin
anlamayacağı bir vaziyetteydi.
-Kızma bana ey ruhu güzel insan, dedi. Kızma, ancak
hafif ateş doldurdum karnıma, başımda biraz duman. Hava da pek soğuk görüyorsun
ya…
-Allah’dan korkmayana kızmak ne haddimize!
-Korkarım Allah’dan, korkmaz olur muyum? O kadar korkarım ki,
huzuruna bile gidemem.
-O’nun sana ne kadar yakın olduğunu bilsen, ne
yapardın ya? dedi ihtiyar ünleyerek.
-Ne yapardım bilemem…
Biraz durdular serin havada. Ev sahibi en sonunda misafirini içeri buyur etti.
-Gel bakalım içeri, seni haylaz seni…
Kapıyı kapattı. Onu sobanın yanındaki minderlere oturttu
ihtiyar. Sonra iki büyük odunu sobaya bıraktı. Güğümü sobanın üstüne koydu. Bir
yandan misafirine,
-İsmin nedir? dedi.
-Ali.
Usul usul Ali’nin karşısına oturdu. Kitap dolu evde,
huzurlu bir ortam vardı. Gül esansı
kokuyordu bu ev. Seccadenin serili
olduğu duvarın karşısında, kırmızı bir gece lambası yanıyordu. Dışarda rüzgarın
sesi ıslık çalıyordu.
-Ah ali kardeş. Nedir derdin, çaldın kapımı?
-Üşüdüm.
-Üşümekten değil bu sanki ama…
-Ya neyden olsun ki? Dedi Ali.
İhtiyar gülümsedi,
-Sallanıyorum, dedin. Sonra duralamıyorum filan.
Şimdi ise üşüdüm diyorsun. Kafan azıcık karışık mı ne?
-Üşüdüm ama nasıl üşüdüm, insanlardan üşüdüm,
hayattan üşüdüm. Her yerim ağrıyor be şimdi… Şimdi buradamıyım, tüm bunlar
gerçek mi anlayamıyorum bile.
-İnsandan üşüdün demek. İnsana fazla ısınmışsan ondan olur belki. Şuan her
şey, bu dünyada mümkün olduğu kadar gerçek. Gecenin bir vakti, kapımı kıracak
gibi çaldın, ve benim misafirim oldun. Ne hikmetse! Bir insan dağlamış seni
demek!
Ali biraz kızdı,
-Onları sevmeden, onların arasında kalmak mümkün mü
sence?
-Onları çok sevmenin sonu bazen yıkımdır ancak.
-Ben tüccar değilim ki, kimi ne kadar seveceğimin
ticaretini yapamam ki.
İhtiyar bu kez ön dişleri görünür vaziyette tebessüm
etti.
-Tabii yapmayacaksın a oğlum! Ama kimi, ve neyi
sevdiğini de bileceksin.
Ali merakla,
-Nasıl yani?
İhityar geriye yaslandı. Elini başına attı. Kafasını
kaşıya kaşıya konuşmaya başladı. Bir yandan gözlerini yumuyor, Ali’ye değilde,
kendi kendine konuşuyormuş gibi konuşuyordu.
-Bir insanı seviyorsan eğer, insanın ne olduğunu
açık seçik bileceksin ve bilmende gerekir. Yok, bilmezsen sonun kötü olur.
Üzülür, yıpranırsın. İnsan nedir? İnsan
fanidir. Kusur doludur. Her insanın bir noksanı vardır. Bugün dostun, yarın
düşmanındır. Daha neler olur neler… Bugünün dirisi, yarının ölüsüdür. Biraz var
olan, başka bir zaman sonsuza dek yoktur. Sürekli değişir. Hep değişir insan.
Sen böylesi değişken, zorda kalmış bir varlığı seveceksen, onun değişken bir
şey olduğunu bileceksin. Dostunu böyle seveceksin. Onun hatalarını bile kabul
edebilecek kadar büyük olduğun zaman bir insanı sevecek yüreğe ulaşmış
olacaksın. Her insanın tabiatı farklıdır. İyi irdelemezsen, yılan tabiatlı
insanı seversin, o seni sokar. Köpek tabiatlı insanı seversin, bu sefer de o
seni ısırır. İnsan tabiatlı insan bulabilmek ne zordur, ey ali…
Bir müddet durgunlaştılar. İhtiyar düşünüyordu,
tanımadığı bir adamı eve almış, gecenin bir yarısı onunla böyle sohbet
ediyordu. Abesine gidiyordu bu durum. Ali ise sıcağın etkisi ile iyice
gevşemiş. Oturduğu minderde, tıpkı ihtiyarın yattığı gibi yarı yatar vaziyet
almıştı. Gözleri tavana, sobadan yansıyan alevin oluşturduğu şekillere takıldı.
Gerçekten burada mıydı? Yoksa tamirhanede yatarken kurduğu hayallerin bir
parçası mıydı bu olanlar…
-Güzel konuşuyorsun hocam, dedi. Ama tek sevgi, dost
sevgisi değil ki? Tabii sen ne bilirsin aşkı meşki değil mi? Senin gibilerde
pek olmaz bu tür şeyler. Uzakdır size. Yabancıdır.
İhtiyar büyük bir sessizlik bıraktı odanın
ortasında, düşündü. Bir müddet sonra,
-Ah ali, demek sen böyle peşin hükümlü bir adamsın.
Bu bile sana üzüntü olarak yeter. Zan ne kötü şeydir, bilir misin? Benim hanım
vefat etti. Aşkı bilirim, sevgiyi de pek iyi bilirim... Üstelik kara sevdayı
bile bilirim. Bakma ağaran bu sakallara, görüntü çağrıştırır ama yanıltabilir.
Üç kez ümreye gittim, ama aşk kadar hiçbirş şey beni Rabbime yakınlaştırmadı.
Ali sızlanarak,
-Sallanıyorum! Silemiyorum, ruhum acıyor. Oldu işte,
bu şey her neyse benden gitmiyor…
İhtiyar, Ali’nin yüreğinin ağırlığını içerisinde
hissetti.
-Aşık mısın?
-Bilmiyorum, dedi Ali.
-Ne istiyorsun öyleyse?
-Onu istiyorum hoca, onu istiyorum!
-Ama nasıl?
-Nasıl olursa olsun işte. Onda benimle ilgili bir
şeyler olsun istiyorum! Her şey çok karıştı! O kim, ben kimim, ben ne
yapıyorum… Hiçbir şey anlamıyorum. Onu kendimden çıkarmak istiyorum. Onu
kendimden çıkarınca bende ne kalacak merak ediyorum. O kadar bana sindiki,
onsuz neyi ifade ediyorum, bilmek istiyorum.
-Bu şey bir imtihandır Ali! Görüyorum ki sen doğru
cevaplar vermiyorsun. Belki bu şey senin fıtratında olan, çoğalma arzusunun,
daha romantik bir açıklamasıdır, bilemiyorum. Ama her neyse, bunu parça parça
etmelisin!
-Nasıl?
-Onu bulmalısın. İlk bulduğunda nasıldı,
hatırlamalısın. Sevginin ne kadarıyla onu seviyorsun? Ne kadarı, kendi
sevginden dolayı onu arzulamandır? Nefsine mi istersin onu, yoksa onun
sevginden ötürü, ona mutluluk vermek için mi? De bakalım neden istersin sen
onu?
-Zor soruyorsun. Toplanamıyorum. Neden isterim onu?
Sevdiğim için isterim. Kendimi ona feda bile ederim. Ama yüzünü ekşitip geçip
gidiyor…
-Madem ona feda edebiliyorsun kendini, onun
mutluluğunu arzu ediyorsun: o sen olmadan mutlu ise, neden ona müdahil olmakta
inat ediyorsun. Mesele onun mutluluğu olsa, o sensiz mutlu birisi ise onu sevmekten
vazgeçer misin?
Ali yerinde doğrularak,
-Asla geçmem!
-O vakit sen onu, onun iyiliği için değil, kendi
aşkını dindirmek için istiyorsun. Haksız mıyım?
-Sen de cennet için namaz kılıyorsun o zaman! Ne
farkı var.
İhtiyarda yerinde biraz doğruldu.
-Ne cennet gelir benim aklıma, ne cehennem ey ali.
Yakacaksa beni, yine ateş onundur değil mi? Bana Ondan olmayan ne dokunabilir
ki? Ben uğraşmaya değer bir şey bulamadığım için, ve dünyada yapılacak en güzel
şey, onun adını söylemek olduğunu bildiğim için bu evde Onun ilmiyle meşgül olurum. Hepsi bu! Ama
doğrusu senin sınavın benimkinden zor. Benim nefsim benden vazgeçmiş, zorlamaz,
hırlamaz. Ama seninki sallanıyor, çağlıyor. Yoruluyorsun.
Ali hüzünlü bir hâl aldı,
-Ne yapacağız hoca…?
-Kimi seviyorsun?
-Zehra adında bir kız.
-Kimin kuludur bu zehra?
-Dalga mı geçiyorsun benimle hoca?
-Söyle bakalım, kimin kuludur bu zehra?
-Alllah’ın kulu işte, kimin olacak.
-Allah istemese, bu dünyada bir şey meydana gelir
mi? Kara topraktan, kırmızı gül biter mi? Tüm dünya bu düzende binlerce yıl
akıp gider mi? Söyle ali, tüm bunları Allah istemese, bunlar kendi başına olur
mu?
-Olmaz!
-Öyleyse Allah istemese, Zehra, Ali’ye yar olur mu?
Bu gece sabah olur mu Allah istemezse?
-Olmaz!
-Kalpleri elinde bulunduran Allah’tan Zehra’yı kaç
kere istedin!
-Hiç..
-O vakit, kim yardım edebilir sana?
-Kimse.
2.
Ali, üç hafta boyunca dua etti. Namaz kılmaya
başladı. Günde beş vakit kılmasa bile, acısı dayanılmaz noktaya gelince,
camiilere gitti. Dualar onun kalbinin ağırlığını aldı. Ama zehra’dan yana bir
değişiklik olmadı. Hep ihtiyarın yanına gitmek istiyor ama bir türlü cesaret
edemiyordu. O gün bir çılgınlık yapmıştı. Alkolünde tesiriyle, hiç tanımadığı
ama hep gördüğü o adamın evinin kapısını çalmıştı. Oysa şimdi olaylar nereye
gelmişti. Kendini sonunda ikna etti. İkindi sonrası, ihtiyarın evine gitti.
Ev sahibi yine iyi bir misafirperverlikle onu
karşıladı, içeri davet etti. Bu kez saat daha uygundu, çay ikram etti. Az buz
konuştular. Havadan sudan sohbe ettiler. Bir sarhoşluk hayali değildi bu, hoca
gerçekten vardı. Canlı kanlı karşısındaydı.Sonunda Ali konuyu oraya getirdi,
-Hocam, dedi. Dua ediyorum ediyorum, hiçbir şey
olmuyor.
-Öyle deme Ali, dedi İhtiyar.
-Zehra’dan hâlâ bir haber yok! Benim dualarım kabul
olmuyor. Ben içkici, günahkar biriyim. Bundan olsa gerek, dualarım kabul
olmuyor.
-Duam kabul olmuyor deme. O duan kabul olmuştur. Bir
zaman için kabul olmuştur elbet. Ve yine
olacaktır. Ne düşünürsen düşün ama sabretmekten vazgeçme. Vesvesenden Allah’a
sığın. Doğru dua etmeye bak. Allah istemezse, Zehra asla senin olmaz, olamaz!
Tüm dünya istese, Zehra bile istese, bu iş, diğer her iş gib Allaha bağlıdır.
Bunu unutma. Haaa! Şunu da unutma Ali, doğru bir ihlasla edilen her dua kabul
olur! Akıllı ol a Ali!
Biraz daha hoşbeş ettiler. Ali,
-Gelip ikidir kapını çalıyoruz, rahatsız olmuyorsun
inşallah hoca, dedi.
İhtiyar güldü,
-Olur mu hiç, dedi.
Akşam ezanı okunurken, Ali hocasının yanından
ayrıldı. Bu son üç haftadır ettiği sohbetler onu mutlu etmişti. Meyhanenin
kasvetli havasından kurtulmuş, artık efkarını insana huzur veren camiilerde
dindirmeye başlamıştı. Kendi vücudunda ve zihninde iyileşmeler hissetmekteydi.
Sanki ruhunda ormana bakan bir pencere açılmıştı.
Kalbinin acısı bile ona hoş gelmekteydi. Dua etmek,
Zehrayı sevmek ve acı çekmek, pek çok saçma mutluluktan daha hoşnut etmekteydi
Ali’yi. Geceleri dua etmek Allah’ı hissetmek, pek zevk verici olmaya
başlamıştı.
3.
Sabır etmek pek zor bir şey. Neden sabır ettiğini
bilmeden sabretmek, katlanılmazdır zaten. Hocanın yanından ayrıldıktan bir
hafta sonra, içindeki hevesler yine kırıldı. Çünkü bir şey olduğu yoktu. Dua
etmek güzeldi. Dua etmek insanı yükseltiyordu. Ama yüreğindeki aşk kıvrılıyor
ve diniyordu sadece. Henüz zehra’dan bir haber yoktu. Acı çekiyordu belki,
yinede içindeki aşk bitsin istemiyordu. Zehra’yı sevmeyi de seviyordu. Hocayı
camiide birkaç sefer görmüştü. Ama yanına gitmek istememişti. Biraz daha dua
edince, Zehra ona aşık olacak sanıyordu. O zaman gider ihtiyara gerçekleşen
mucizeyi anlatırım, diye düşünüyordu. Ama yine mucize olmuyordu, olacak gibi
bile olmuyordu, hiçbir şeyin değiştiği yoktu ve sabrı tükeniyordu.
Oysa Zehra’nın sabahlara kadar Ali’nin onun için dua
ettiğini bildiği yoktu. Ali’yi hatırlamıyordu bile. Böyle bir şeyi Ali’nin yapacağına inanmazdı
da zaten.
İhtiyar belki bol keseden sallıyordu her şeyi. Peşin
hükümlü olduğunu söylemişti zaten Ali’ye. Saçına sakalına baktık, adamı bilge
bir şey sandık, diye düşünüyordu.
Kendince birkaç hafta sonra hocanın yanına gitmeyi
kararlaştırmıştı. Hocayı bıktırmaktan ürküyordu. Adamın işi gücü yok benim
derdimle uğraşacak, diye geçiyordu aklından.
Ali hocayı içinde ertelese bile, hoca Ali’yi
bulmuştu. Camii bahçesinin koca ağacının altındaki masalardan birine oturmuş
çay içiyordu Ali. Akşam ezanı okunsun diye bekliyordu. Bu vaktin namazını
seviyordu. Hem kısaydı, hem havanın kararmasının içinde yarattığı garipliği
alıyordu.
İhtiyarı
görünce içinde bir sevinç oluştu. Kafası allak bullaktı. Şimdi rahatlardı konuşunca. Bu sefer hocanın
kapısını çalmadığı için mahçup hissetme durumu da yoktu. Düşündüğü zamandan
erken olmuştu bu buluşma.
Havadan sudan konuştular başlangıçta. Ali konuştukca
hocayı seviyor. Bir noksanlığını onunla tamamlıyordu. Yıllardır tanıyordu sanki
ihtiyarı. İçerisinde ki büyük kimsesizlik, diniyordu onunla konuşunca. İhtiyarda onu seviyordu açıkcası. Oğullarına
benzetiyordu.
Ali kıvranıp durdu, konuyu Zehra’ya getiremedi. Ama
ihtiyar bunu anlamayacak adam değildi,
-Gönül aleminde ne var ne yok, dedi.
Ali,
-Savruluyordum ya, azaldı biraz. Ama içimde ki şu
bir şey olacakmış gibi bir his var ya; o beni yoruyor. Açıkcası sabrımda pek kalmadı. Dua ediyorum, iyi geliyor
ama eylem yok. Bir şey değişmiyor. Hatta şu geldi aklıma, ya Zehra da başkası
için dua ediyorsa, Allah kimin duasını kabul edecek, diyorum.
-İlk adımlar güzel, dedi ihtiyar.
-Neresi güzel?
-İçin açılıyor Ali. İyidir bu iyi.
-Sahi, Zehra’da dua ediyorsa birisi için ne olacak?
-Allah herkesin duasını kabul eder Ali. Sen sadece,
biz insanların cahil olduklarını bil yeter.
-Of ihtiyar of!
-Hareket et Ali. Önce dua et, ondan iste, sonra
harekete geç. Daha sonra sabırla ve
duayla sonucu bekle.
-Nasıl yani? Nasıl olacak bunlar.
-Her şey çok açık. Hadi! Ezan okunuyor…
4.
Aylardan aralık. Yılın son günleri Ali’ye her zaman
rahatsızlık vermiştir. Zamanla bir kavgası vardı, tüm mutsuz insanlar gibiydi. Zaman
geçsin istemez, duğum günlerinde hüzünlenirdi. Hakkıyla yaşayamadığını
düşünürdü.
Dua edip, çabalaması gerektiğini anlamıştı. Akşam
namazı çıkışı ihtiyar kaşla göz arası kaybolmuştu. Daha çok soru vardır
soracak. Ama dertleriyle onu boğmak istemiyordu bir yandan da.
Zehra fakülteden çıkıyor, sağa sola bakmaksızın evin
yolunu tutuyordu. Ali ise ardından bakıyordu sürekli. Bazen yanında, kızlı
erkekli arkadaşları oluyordu Zehranın. O zaman Ali yüreğinde bir ağırlık
hissediyor o ağırlık Ali’yi yüz üstü yataklara düşürüyordu. İşçi doğup, işçi
olarak ölecek olmanın acısını ilkel buluyordu.
Cesaret istedi Allah’tan. Zehra birkaç kez
azarlamıştı onu. Artık karşısına çıkacak pek yüzü kalmamıştı. Ancak bu kez dua
ile destekliyordu girişimini.
Saat üç. Şehir gri bir hüzüne batmış, herkes yorgun
bakıyordu. Ali ise bu sonbaharı renklerle boyamak istiyordu. Şükür demek
istiyordu, dua ettim kabul oldu, Allah isteyince
verdi, demek istiyordu. Herkese anlatmak istiyordu yaşadıklarını. Bir mucize
olsun istiyordu.
Allah’ın dilediğinden başkası bana dokunmaz, diye
geçirdi içinden. Zehra’yı bir hafta boyunca yalnız yakalamaya çalıştı. Bazen yakaladı
da. Ama gidip konuşamadı. Defalarca yinelediği kelimeleri, her defasında
unuttu. Oysa her kelime harfi harfine ezberindeydi. Zehra’ya neler söyleyeceği,
neler anlatacağı, her şeyi kafasında kurgulamıştı.
O gün hafif yağmur yağsın istiyordu. Yağmıştı. O gün
sokak boş olsun istiyordu, olmuştu. Her şey istediği gibiydi. Karşısında
dikildi yabancısının. Gözerinin içine baktı. O kadar ezberlemişti. Kelimeleri hatırlayamadı.
Öyleyse içinden geldiği gibi konuşmalı, dedi kendince.
-Ben yoruldum, biliyor musun, dedi.
Zehra gözlerini kısıp, kızgın bir bakış attı. Anlam veremediği
belliydi.
-Seni çok iyi tanıyorum Zehra. Sen yüzünü yere eğip
gitmekle, bana karşı sorumluluğundan kurtulamazsın.
Bu sözler Zehrayı kızdırdı. Ali bu anı sanki bir
saattir yaşıyormuş gibi hissetti. Oysa bir dakika bile olmamıştı Zehrayla
konuşmaya başlayalı. Zaman ve eşya çok yavaş geliyordu Aliye. Kafası sancıyor,
ve elleri terliyordu.
-Senin kafanda sorun mu var? dedi Zehra. Sürekli karşıma
çıkıp beni rahatsız etmeyi bırak,
-Sürekli mi?
-Evet, iki günde bir bunu yapıyorsun. Emin ol isteyecek
olsam, evet derdim sana. Demek ki bir durum var hayatımda, neden böyle
anlayışsızsın!
Zehra mimarlık okuyan, ince bir gence aşıktı. Ali’nin
tacize varacak bu ısrarlarından bunalmıştı. Yanından geçip gitti Ali’nin. Ardında
en zayıf tonunda bir koku bıraktı. Bu kokunun bir rengi olsa, kırmızı olurdu
diye düşündü Ali. Sonra gözleri doldu. Aklını oynatmak üzere olduğunu hissetti.
Zehrayla konuştuğu hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Belki hayal diye kurduğu şeyler
gerçekten yaşanıyordu ve yorgun zihni hayal ve gerçeği ayıramıyordu. Belki şimdiki
yaşadığı da bir rüyaydı ve asla Zehrayla konuşmamıştı. Temkinli bir halde
kaldırıma oturdu. Ağlamaya başladı. Yağmur yağıyordu. Kimse gelip neyin var,
demiyordu. Bu durum Aliye, acımasızca geldi. İnsanlar kötüydü.
5.
Allah affeder diye düşündü. İçti. Yine bir gece
baskını yaptı hocanın evine. Bu kez kapı çok çalınmadı. İhtiyarda sanki onu
bekliyormuş gibi kapıyı açtı. Ali’den gelen sigara ve bira kokusu mide
bulandırıyordu.
Kapı açılır açılmaz diz çöktü ve ağlamaya başladı. Biraz
kendine geldiğinde, sobanın yanında oturuyordu. Ağlamaktan yorulmuştu.
-Sanırım ben deliyim, dedi. Ağlaması son raddesine
gelmişti. Titredi
-Sanırım kafayı oynattım.
İhtiyar, Ali’nin başını okşadı.
-A oğlum niçin böyle dersin?
-Gerçek ve hayali karıştırıyorum artık.
-Nasıl yani?
-Ben zehrayla konuşuyormuşum bazen. Ama hatırlamıyormuşum.
-Nasıl olur Ali?
-Kendisi söyledi. Beni de istemiyormuş. Bunca çaba,
bunca dua beni deli etmekten başka bir şeye yaramadı hoca.
-Seni doktora götürmemiz lazım Ali.
-Niye Allah yardım edemez mi?
-O nasıl laf öyle? Allahın ilmini öğrenmeye vakit
ayırmış kullarından yardım alacaksın sadece. Yine Allah isterse iyileşeceksin.
-Ben senin kapını ne zaman çaldım en son Hoca?
-Dün.
-Dün ben burada mıydım!? Ali ağlıyordu.içini bir
korku sarmıştı.
-Ali, durum iyi değil, dedi hoca.
-Bu aşk beni delirtti sanırım!
-Doğru dua etmeli Ali! Hayrını iste hayrını…
-Nasıl yani?
-A oğlum! Eğer gerçekten istiyorsan sabret. Elini koparmak
üzere olan bu halata asılmaya devam et. Ama elin koparsa ağlama böyle. Zamanını
kaybet onu beklerken. Belki seni mutlu edecek insanlar olacaktır, ama sen
onları da görmezden gel. Çabala, dua et. Bu senin hayatının gayesi olacak kadar
yüce bir şeyse eğer senin için. Her şeyden vazgeç. Başına ne gelecekse kabul
et. Belki o biriyle evlenir. Düğününde uzaktan bakarsın. Bu kez duaların onun
bir gün sana gelmesi için olsun. Mesela o çok uzak bir yere göçer gider, bu kez
onu bulmak için olsun duaların. Yemen içmen, uyuman uyanman, her şey ama her
şey onun için olsun. Uğrunda gençliğini kaybet, uğrunda en güzel yıllarını bir
acıyla geçir. Ve günlerden bir gün o senin olsun. Sonra arkana bak, kaybettiğin
şeylere bak. Kaybettiğin zaman, onuruna bak. İstenmemenin verdiği acıyla
yıllarca yaşamanın mutsuzluğuna bak. Ve sonra sana gelmiş olan Zehrayı düşün. Kaybettiklerine
değecekse vazgeçme! Ama yok değmezse, ve bu hayata bir kez geldiğini hatırlarsan, gel vazgeçme
meyil et. Aklın yanacak Ali. Bu hiç iyi değil. Kendine gel, kendine!
-Nasıl vazgeçilir bilmiyorum ki.
-Sevmeyi de bilmiyordun ama o senin içinde vardı. İçini
kaz ve oralarda bir yerde vazgeçmekle ilgili bir şeyler bildiğini de
göreceksin. Onları kullan. Vazgeçmeyi dile getir. Acı verebilir. Ama olsun. Zamanla
dilin dediğine, beyin inanır, sonra bu kalbe kadar gider. Sen düşünmekten
korkma. İlk değilsin bu hale düşen, son da olmayacaksın!
Ali uyudu. Rüyasında Zehrayı gördü. Sabaha kadar
sayıkladı. İhtiyar başında kuran okudu.
6.
İki ay vazgeçme arzusu ile yaşadı. Bazen her şey
başa sardı. Her şey ilk günkü gibi zor geldi. Ama geriye dönüp bakınca epey yol
aldığını anlıyordu.
Ağırlık kalkmıştı kalbinden. Gözü başka kızları
görmeye başlamıştı. Gülmeyi yeniden öğrenmişti. İhtiyarı görmeye gitmiyordu
artık. Karanlık meyhane havası ona daha iyi geliyordu. Şubatın son günleriydi,
onu bekleyen yazı, o da bekliyordu. Yeni bir işe girmişti bir mağazada. Bu ortam
onu iyi hissettiriyordu. Makine yağına bulanmıyordu artık. İnsanların arasında,
onlarla yaşıyordu. Ve bu durum onu rahatsız etmiyordu. Onlar gibi olmuştu
yeniden. Son birkaç aydır, pek dua etmiyordu da. Halt etmeye başlamıştı bu
belayı başından. İşi kalmamıştı duayla. Her insan gibi iyi güne gelince, Allahı
unutmuştu. Münzevi alemini, yeniden maddenin sevgisi almıştı.
İhtiyar ise onu merak ediyordu. Camiide sordurup
çalıştığı mağazayı öğrenmişti. Aliyi buldu. Akşam onu eve davet etti. Ali ise
gelmek istemediğini söyledi.
-Aklımı saçmalıklarla doldurdun. Neredeyse deliriyordum.
-Öyle deme Ali. Ben sana ne yaptım.
-Boş ver ihtiyar. Dua filan hikaye.
-Lütfen doğru konuş Ali, dedi ihtiyar. Neredeyse ağlayacaktı.
-Beni boş ver ihtiyar. Sen alemine geri dön. Benim gönlüm
çok yoruldu. Dua etmek meyil etmekmiş. Ben meyil edecek adam değilim.
-Allah seni kurtarmış o beladan işte.
-Allah duamı kabul etse, zehra benim olacaktı.
-Zehra senin olsa mutsuz olacaktın belki. O senin
için iyi olanı nasip etti belki. Belki dua etmesen yılarca bedhah bir vaziyette
yaşayacaktın a Ali!
-Dualar değil beni kurtaran. Bir acı çektim ve
bitti. Her şeye bu kadar mana verme ihtiyar, dedi Ali.
Dönüp arkasını işine gitti. İhtiyar arkasından bir
şeyler söyledi duymadı bile.
-insan böyle nankör işte, dedi ihtiyar.
Eve gidip Ali’nin düştüğü cahillikten kurtulması
için dua edecekti. Bu dua Ali’nin yeniden amansız bir aşka düşmesine vesile
olacaktı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder