17.8.18

Karanlık Yol













I
Nehir usul usul yanlarından akıyordu.  Karanlık iyice çökünce, Melihanın karartısı göze inanılmaz hüzünlü göründü. Konuşmadan anlaşabildikleri için, kelimeleri yok yere israf etmiyorlardı.  Nehir, içlerindeki düşünceleri çok uzaklara sürüklüyordu. Kemalin içi daha yoğun ve karmaşıktı. 

Kötü sonu gördüğü hâlde kendisini bir yalanla kandırıyor, bir mucize bekliyordu. Haykırsa, dağları titretene dek haykırsa rahatlayacaktı. Ama o kadar yorgun hissediyordu ki, bu gücü bile kendinde bulamıyordu. Kendi kendiyle konuşuyor gibi mırıldandı Kemal,
‘’Ne olacak bizim bu sonumuz?’’
Meliha ayağa kalktı. Bu soru onu rahatsız etti. Kasaba uzakta parlıyordu. İçinde eve dönme isteği duydu. Bu adamın yanındayken mutlu oluyordu,  ama onun mutsuzluğunu paylamak istemediğini seziyordu. Az ilerleride ki, 86 model kırmızı torosa doğru ilerledi. Dünyanın en zor işi gibi kapıyı açtı ve koltuğa oturdu. Kemal bir müddet daha nehri dinledikten sonra arkasından gidip arabaya bindi.  Melihayı kasabaya yakın bir yere bıraktı. Ve eve gitti.
II
İki insan birbirini seviyorsa, ama gerçekten seviyorsa, dünya da hiçbir şeyin onları ayırmayacağını biliyordu.
 Ölüm, kısa bir veda olabilirdi ancak. Belki mesafeler girerdi araya, ama sevenler sabrederek yolları ve dağları eritilebilirdi. Öyleyse ölüme ve ayrılığa bile katlanan bir aşka karşı, insan ne bahane edebilirdi. Sevgi varsa, imkansız diye bir şey olamazdı.
 Sadece bir gece gizlice çekip gitmeleri gerekiyordu.  Neden yapmıyordu bunu Meliha? Kemal’i gerçekten sevse, onunla kaçıp gitmez miydi? Ayrılık bağıra bağıra onlara doğru gelirken. Ömürleri boyunca unutamayacakları bir hüsran onlara doğru son hızla gelirken, Melih’a nasıl bu kadar sakin ve rahat kalabiliyordu. O acı ihtimali aklından söküp atıyordu derhal, düşünmek istemiyordu. Sevmese, neden hâlâ onunla buluşuyordu bu kız. Sevmese, nasıl bu kadar iştahla öpebiliyordu. Eğer sevmiyorsa bile, tüm bunları neden yapıyor, onu bekleyen bu saadeti neden riske ediyordu.
Artık yarın bu işe bir son verme vakti geldiğini sezdi.  Almancıların da gelme vaktiydi. Yakında hiç görmediği düşmanı gelecek demekti bu.  Ateş iyice etrafı sarmadan önce, son bir deneme yapmaya karar verdi. Ve gözlerini yumdu. Uyumak istiyordu. Göz kapaklarına gün ışığı vurana dek yatakta uyumayı bekledi. Bir türlü uyuyamadı.

Meliha ise Almanya’yı düşünüyordu. Yaşadığı hayatı, yer yüzündeki en renksiz hayat sanıyordu. Yatağa bu yaşına kadar  aç girmediği halde,  fakir olduklarını düşünüyordu. Sürekli kasabaya avrupadan tatile gelen insanlara bakıyor, onların lüks hayatlarını kıskanıyordu.  
Bir gün o telefon gelmiş, Almancı Kazım’ın oğlu Ünal’ın kendisine görücü  geleceğini öğrenmiş, istem dışı heyecanlanmıştı. Bu heyecana başlangıçta kızmıştı. O kemali seviyordu. Böyle değil miydi? Yoksa böyle olduğuna mı inanmıştı? Yoksa çoğu sevda böyle miydi, daha iyisi bulunamadığı için, insan elindekine mi tahammül ediyordu?  Meliha bu düşüncelerle, kemale olan sevgisini bitirdi. Yeni bir hayatın, yeni hayallerin tesiri, Kemali içinden  söküp attı. Onu düşünmekten uyuyamadığı günleri bile unuttu. Öyle ki Kemali unutmayı bile unuttu. Son âna kadar, onu hayatından çıkaramadı.
III
Nehir kenarında üç saat bekledi Kemal. Sonunda geldi Meliha.  Melihasını gören Kemal aylardır İçinde tuttuğu şeyi vakit kaybetmeden söyledi.
‘’Neden,’’ dedi. Yutkundu. ‘’Neden gitmiyoruz? Bunu  hiç aklım almıyor…’’
 Meliha duraksadı. Hep ertelediği bu konuşmadan artık kaçamayacağını hissetti. Ve ilk kez içinde bir ses bu kadar net duyuluyordu, Kemalden vazgeçtiğinden artık emindi. Evet utanç vericiydi ama, onu bekleyen güzel bir hayat ihtimali ile Kemalden isteyerek vazgeçmişti. Verdiği sözler boş yereydi. Ancak bu adamı böyle bırakamazdı, olmaz deyip, arkasını dönüp gidemezdi.
‘’Tamam’’ dedi yarım ağızla. ‘’Yarın akşam  bir aksilik olmazsa kaçıp geliyorum. Ne olacaksa olsun artık.’’
Bunu söylerken, yalan söylediğini kendine bile itraf edemiyordu. Kemalin alev alev yanan gözlerine bakmaktan çekindi. Bu adama ve sevgisine öyle saygı duyuyordu ki, sırf tamam dediği için, yarın burada olacağını hissediyordu. İstemese bile gelecekti. Belki kemalden korkuyordu.

Kemal’in ise yüzüne  bahar geldi. Sanki uzun süredir sırtında taşıdğı ağır bir çuvalı yere bırakmış gibi rahatladı. Olduğu yere çöktü. Meliha salınarak yanına geldi, oturdu. Baş örtüsünden düşen yanağını çocuk gibi Kemal’e uzattı. Kemal dünyanın en güzel şeyi buymuş gibi, Meliha’ yı koklayarak öptü.
‘’Çok mutlu olacağız’’ dedi daha sonra. Bu söze bir tek Kemal inanıyordu. İki insan birbirini seviyorsa, mutluluk çağrılmasa bile, orada bitecekti. Böyle öğrenmişti.
O gece sabaha kadar mutluluktan uyuyamadı. Meliha içinde bir iç sıkıntısıyla zorda olsa uyudu. 
Her zaman olduğu gibi yine sabah oldu, sonra yine akşam. Ve beklenen zaman geldi. Bilinçsizce hazırlandı meliha.  Hiç korku duymadan hazırlandı. Beyni vücudana söz geçiremiyordu sanki. Her şeyi programlanmış gibi yapıyordu. Evden sessizce çıktı. Karanlıkta bir süre yol aldı.  Biraz sonra karanlık yolda aniden durdu. Kalbinde birden, onun yokluğunu fark edince anne ve babasının nasıl bir üzüntü duyacağını hissetti. Ama yine de  yürümeye devam etti. Nehrin kenarına kadar geldi. Kemal ağzında sigara uzaklara bakıyordu. Yerinde duramıyordu, titriyordu. Kemal’in genzini içtiği sigara yakınca tükürdü. Balgam tutan tükürük çok uzağa gitmeden üzerine düştü. Onu temizlemeye çalıştı, okkalı bir küfür savurdu kendince.  Bir zavallıya benziyordu, bir tiksinti duydu onu izleyen  Meliha.  Büyük bir yalnızlık hissi doldurdu yüreğini, sonra usulca geri döndü. Kemal onun geldiğini hiç seziklemedi. Koştu meliha onu bekleyen guzel hayata doğru koştu tekrar... Koşarak eve geldi. Kimse yoklğunu fark etmemişti neyse ki. Odasına girdi. Ve Ünal’ın fotoğrafına baktı uzun uzun. Son kararını verdi. Onu sevmek istiyordu…

IV

Kemal gün ışıyana dek bekledi. Kuşlar uyanmaya başlayınca, eve döndü.  Aynada beyazlamış iki tel saçına baktı. İçindeki sesler, birbirine karışıyordu. Duymazdan geliyordu istemeden. Vücudu, ruhu, düşleri çok yorgundu.
‘’Çok yoruldum’’ dedi. Aynada ki yabancıya bakarak. 

Melihaya o günden sonra denk gelemedi bir türlü. Denk gelmekten korkuyordu da biraz, duymak istemediği şeyleri duymaktan çok  korkuyordu. Gerçekle yüzleşmeye ramak kalmıştı oysa. Hissediyordu acı son, en başından beri görünüyordu.  
Üç gün sonra Ünal gelmişti. Ve kasabaya o haber yayılmıştı. Bir hafta sonra düğün vardı. Gelin evi pek neşeliydi. Güzel kızlarını, Almanya’ya gelin eden anne baba çok mutluydu. Daha şimdiden, hediyeler ve yeni bir hayatın açılan kapısı onları mutlu etmeye yetmişti.
 Bir curcunanın içine düşmüştü Meliha. Ardında bıraktığı yarı ölüyü bazen hatırlıyor, içi burkuluyordu. Ama vicdanını rahatlatacak cümleleri de vardı. Mutlu olmak, güzel bir hayat yaşamak; herkes gibi onun da hakkıydı. 
Kemal, bu duyumu aldıktan sonra  kasabayı terk etti. Melihayla gideceğini düşündüğü için sattığı birkaç eşyanın parası vardı cebinde. Tüm parasını meyhanede harcıyor, sürekli içip kendine gelmek istemiyordu.  Geceleri ucuz bir pansiyonda kalıyordu.  Yenilmişti. Yapacak hiçbir şey ama hiçbir şey kalmamıştı. Sövüyordu Melihaya, sonra ona sövdüğü için kendine kızıyordu. Onu eskisinden daha çok seviyordu artık. Çünkü Meliha artık onu sevmiyordu. 

Diğer taraftan, Ünal Melihanın düşündüğünden  yakışıklı bir  adam çıkmıştı. Bu Melihayı çok sevindirmişti. Çok güzel giyiniyordu. Televizyondaki adamlar gibi dövmeleri vardı. Kaşlarını ince ince almış, kocaman kolları olan iri yapılı esmer birisiydi.. Melihayı birkaç kez ağzından öpmüştü yakaladığı fırsatlarda. Meliha bu durumdan pek hoşnut kalmıştı, güzel kokan bu adama çoktan teslim olmaya başlamıştı…

V

Düğün günü gelmişti. Güzel bir hava vardı. Şehirliler böyle bir düğün yapmak için, tomarla para harcamak zorunda kalırdı.  Çünkü masal gibi müthiş bir kır düğünü oluyordu. Akşama kadar vakit neşe ile geçmişti, akşam ise yöresel oyunlar oynanıyordu. Kasabanın tüm gençleri  oradaydı. Kemalin arkadaşları bile, bedava içki ve sigara için oraya akın etmişlerdi. Kemal neredeydi, merak ediyorlardı  ancak hayatın acımasız olduğunu, Melihanın kendince haklı olduğunu düşünüyorlardı.
Kemal ise zil zurna sarhoş, arabasına binmiş kasabaya doğru geliyordu. Cebindeki para bitmiş, pansiyona almamışlardı. Yorgundu, iyileşemiyordu. O günden beri, ne kendine gelebilmiş, ne de kendisini terk edebilmişti. Yarı yolda durdu. Arabanın içinde uyudu bir süre. Bu zaman dilimi ona çok geldi. Oysa yalnızca bir saat uyumuştu. Uyanınca biraz kustu.  Derin derin soludu gökyüzünü. Yıldızlar gözüne batıyordu. Nefesi ciğerinin en uç noktasına dek gitti, azıcık kendine geldi. Kendi gibi yorgun olan eskimiş kırmızı torosuna bindi, kasabanın karanlık yoluna doğru, ağır ağır ilerledi. Gele gele Melihanın evinin arkasına geldi, oraya  park etti arabasını. Kapıyı açtı, zorda olsa arabadan indi. Evin yanında bir adam  ve kadın hararetle bir şeyler tartışıyordu. Kulak kabarttı,
‘’Yahu istemiyorum diyorum,’’ diyordu adam.  ‘’Olmuyor işte güzel ama sevmedim! Zorla evlendiriyorsun beni ya, henüz hazır değilim diyorum Anne! Elin kızına sebep oluyorsunuz  bak oraya götüreceğiz hayatı bitecek, ben alıştığım hiçbir boktan vazgeçmeyeceğim, hayatını maf  edeceksiniz şu salak kızın’’ dedi. Annesi sinirden kıpkırmızı,
‘’Böyle ömür geçmez oğlum!’’ dedi. ‘’Yine yediğin boku ye, ama evinde bir karı olsun. Yoksa evlenemezsin bir daha, cahil bir kız,  ancak bunu istediğin yola sokarsın, o sarı orospulardan sana yar olmaz,seni boynuzlar onlar, al bu kızı ana sözü dinle, bana inan mutlu olacaksın! Rezil etme bizi, dönüşü yok bunun artık canım oğluşum! Hadi güzel oğlum benim,’’ dedi.  Ünal sinirle inledi. Ve içeri gittiler. Evin içinden düğünün olduğu bahçeye geçtiler.  Kemal duyduğu şeyler karşısında, mutluluk hissetti. Çünkü meliha, Kemali bıraktığı için kesinkes pişman olacaktı.  Sevilmemek neymiş, oda tadacaktı.
Birkaç dakika sonra Ünal tekrar geldi arka bahçeye. Karanlıkta, ağacın arkasından onu izliyordu Kemal. Elindeki telefon sinyal almıyordu bir türlü. Daha biraz önce duyduğu şeylerin içinde yarattığı sersemlikle boş bulundu Kemal,
‘’Şu tarafta çekiyor’’ dedi. Ünal karanlıktan gelen sesi duyunca titredi, biraz korktu. Şoku atlatınca gözleri karanlıktaki rezil görünümlü Kemal’i seçti.
‘’Ne terafta?’’ diye sordu. Kemal eliyle sağında kalan tümseği gösterdi. Ünal oraya doğru gitti telefonda Almanca bir şeyler konuştu. Sonra tekrar içeri doğru yöneldi gitmek için. Kemal,
‘’Demek Meliha’da gönlün yok,’’ dedi. Ünal çivi gibi olduğu yere  çakıldı.
‘’Sen bizi mi dinledin lan?’’ diyerek Kemalin üstüne doğru yürümeye başladı. Ünal, söylediklerinin duyulmasından çok korkmuştu. Kemale doğru hışımla yürüyordu. Kemal, bu iri yapılı adamdan korkmuyordu. Çünkü başına  hayatta gelecek en kötü şeyler gelmişti. Tüm kemiklerini kırsalar bile, canı o an acıdığından daha çok acıyamazdı.
‘’Senin sevmeden alacağın o kızı, ben istediğim halde alamıyorum,’’ dedi. Ünal, şaşırdı. Elini kemalin omzuna atıp sıktı.
‘’Çok mu seviyorsun?’’ dedi.
‘’Canımı verecek kadar’’
‘’Burada bekle,’’ dedi Ünal. İçeri gitti. Kemal uzun süredir çalan davul ve zurnayı o anda duymaya başladı.
Ünal, gelinin yanına oturdu, kulağına fısıldadı, gelin odasına geçtiler.
‘’Ne oldu?’’ diye sordu heyecanla Meliha, Gözleri gülüyordu..
‘’Hiç birini sevdin mi şimdiye kadar?’’ diye sordu Ünal. Melihanın yüzü soldu. O an kemal’in  büyük bir halt yediğini hissetti. Sözler verip, arkasında bırakabileceğini sandığı adamın, bu günü katledecek kadar, cani olmayacağını düşündü.
‘’Hayır,’’ dedi. ‘’Seni sevdim ilk kez, benim dokunduğum ilk ve tek erkek sensin, sonuncusuda sen olacaksın.’’
Kurnaz olan Ünal,
‘’Emin misin’’ dedi şüpheci gözlerle. ‘’Sana son bir şans veriyorum. İyi düşün, terkar cevap ver’’
Ünalın bir şeyleri duyduğunu anlayan Meliha,
‘’Çocuktum, yani ciddi bir şey değildi. Geldi geçti. Sen benim kocam olacaksın artık. Geçmişi didiklemenin ne anlamı var?’’ dedi.
Ünal melihanın açığını bulduğu için mutluydu. Derhal onun elinden tuttu.  Ve arka bahçeye çıktılar. Kemali gören, meliha şok oldu. Dizlerinin üstüne yere bıraktı kendini. Kemal Melihayı görünce, olanların bir rüya olduğunu düşündü. Gelinlik içindeydi Meliha, gözünden bir damla yaş düştü. Bu Ünalı da hüzünlendirdi.
‘’Ben’’’ dedi. ‘’ iki kişinin mutsuzluğuna neden olamam, olmakta istemem.’’. Cebinde ne kadar para varsa çıkarıp Kemalin cebine koydu. Kemal dur, diyemedi.
‘’Gelinlikte takılı olanlar da , bilezikler de sizin olsun’’ dedi. Hemen kaçın gidin.’’
Meliha ünal’a baktı. Ünal gözlerini kaçırıyordu. Kemal geri dönüp arabaya bundi.
Ünal,
‘’Ben, seni istemiyorum, gitsen daha iyi olmaz mı? İşte seni seven bir adam, inan daha mutlu olacaksın, gelip bize kölelik yapmaktansa, onun sultanı ol’’ dedi. ‘’Ben zaten bahane arıyordum, bu iş olmasın diye Meliha. Bu adam çıkıp geldi, işte bahanemi buldum. Sen üstelik içerde bana yalan söyledin. Kimse olmadı, dedin. Bu ise aradığım bahaneyi ikiye çıkardı. Çünkü bana yalan söyledin.’’
‘Beni bırakma Ünal’’ dedi meliha. ‘’Ben buralarada yaşamak istemiyorum, beni al götür ne olur. Ne olursun koyma beni bu çorak yurtlarda. Üryan geldim, üryan gitmek istemiyorum. Ne olur yiğidim!’’.
Bu konuşma Ünalı kızdırdı.
‘’Kendine yeni bir kaçış bileti bul, ’’ dedi.
Meliha Ünal’ın yüzüne hınçla tükürdü. Ama tükürüğü, ünala ulaşamadan, gelinliğine düştü. Başka çaresi kalmadığı için, ağır adımlarla Kemalin çalışır vaziyette bekleyen arabasına bindi. Kemal hızla oradan uzaklaştı.
Bir süre gittiler. Kemal ayıldıkca, olanları kavramaya başladı içi sıkıldı. Yanında neden ağladığı belirsiz, yalancı bir kadın vardı. Hayallerini, yıllarını bir gecede çöpe atmış birisiydi bu. Artık o eski ruha sahip olmayan, içerisinde uyandırdığı etkileri yitirmiş, eskimiş bir kıyafet gibi yanında duruyordu. Ağaran saçlarına, çektiği acılara, kaçırdığı fırsatlara sebep olan kadına baktı. Hüngür hüngür ağlıyordu.
 Kemalin ruhu incindi. Altın gibi değerli ve nadir gördüğü bu kız,  altın suyundan kaplaması  dökülmüş, eskimiş bir tenekeden hurda kadar değersizdi artık. 

Karanlık yolun ortasında aniden durdu kırmızı toros.  Kemal arabanın kapısını açtı. Farlar uzun ve karanlık yolu aydınlatıyordu. Arabadan indi. Uzunca süre ayakta bekledi anlamsız sesler çıkararak, gölgesi çok uzaklara gidiyordu. Meliha arabada kendini sahipsiz ve yapayalnız hissediyordu. Aşağı indi, Kemalden gelecek en ufak  ilgiye inanılmaz ihtiyaç duyuyordu. Ellerini kemalin beline doladı. Bir süre bu şekilde kaldılar. Ne güzel kokuyordu oysa hâlâ, Kemal yanıyordu ama tütmüyordu. Konuşmadan anlaşabildikleri için, kelimeleri yok yere israf etmiyorlardı. Susuyorlardı.  

Düşüncelerini topladı. Melihasını alnından öptü. Yumuşak yüzünde, soluyarak burnunu gezdirdi sevdiğinin. Gözyaşlarını sildi elleriyle. Sonra ona sarıldı. Öyle sıkıca sarıldı ki, Meliha  bir an kemiklerinin kırılacağını sandı.  Ardından hızla kırmızı torosuna bindi Kemal. Meliha’da şaşkın şaşkın arabaya doğru yöneldi, kapıyı açmaya çalıştı korkuyla, ama kapı kitliydi. Kemal Melihanın ürkek gözlerine baktı. Meliha bağırarak camı yumrukluyordu. Yüzünde acı bir gülümseme belirdi Kemalin. Bu gülümsemede, yorgunluk, yılgınlık ve vazgeçmişlik okunuyordu. Sevdiğini karanlıkta, o yol ortasında bırakıp, yaşanan tüm kötü şeyleri onunla birlikte geride bıraktığını düşünerek, yıllarca dönmeyeceği kasabasını terk etti.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Kemal o kadar temiz ve güzel sevmişti ki Meliha’yı görememişti gerçek yüzünü oysa ki para mutluluk getirmiyordu Meliha hala bunun farkına varamamıştı...

Adsız dedi ki...

Yeniler gelsin artık :)